Hayat

SAHABE MESLEĞİ

Reklam

Bediüzzaman Hazretleri, ortaya koyduğu eserleri ve yaşadığı hayatıyla, gerçekten bir Asr-ı Saadet Müslümanı olduğunu ispat etmiştir.

Asırlarca Müslümanlara ışık tutan ve yol gösteren klasik tarikat tarzının, âhirzaman fitnelerine ve dinsizliğin hücumlarını püskürtmeye yetersiz kaldığını görerek; doğrudan doğruya iman esaslarını ispat etmeyi ve Müslümanların zedelenen imanlarını kurtarmayı hedefleyen yeni bir hizmet metodu geliştirerek, dinde tecdit ve yenilenme vazifesini bihakkın yerine getirmiştir.

Aslında ortaya koyduğu metot ve tarz yeni bir usul olmaktan ziyade, Asr-ı Saaddetteki Sahabelerin, dinsizlere ve müşriklere karşı verdiği hizmet tarzının yeniden ihyası ve canlandırılmasıdır. Doğrudan doğruya iman kurtarma hizmetidir.

Onun içindir ki “Mesleğimiz tarikat değil, hakikattır, şeriattır. Bu zamanda Sahabe mesleğinin bir cilvesidir.”demekle, mesleğinin esasının ne olduğunu tespit etmiştir.

Onu sağlığında ne siyasiler, ne âlimler ve ne de veliler hakkıyla anlayamadılar. Garipti; her şeyi ve her hali garipti. Kıyafeti garip, fikirleri garip, sözleri garipti. Kendisi bu garipliğin farkındaydı. Onun için imzasını bazen Bediüzzaman, bazen de Garibüzzaman diye atıyordu. Fakat sonra anlaşılacaktı. Anlaşılmak zorunluluğu vardı. Zira O, vazifeliydi. Herkes onun muhatabıydı. İman, her insanın en temel meselesiydi. “Tarikatsız cennete gidecek çok, imansız gidecek yoktu.”

Bu ve daha bir çok cihetlerden dolayı, sadece kalbe hitap eden ve kalp ayağıyla hedefe yürüyen bir tarz değil; akıl ve kalbin ittifakı, ruh ve sair duyguların yardımı ile en yükseklere manen yükselten ve bütün duyguları tatmin eden bir yol açmıştı.

“Hakiki marifetullah ve kemalât-ı insaniye terk-i masiva ile olur.”diyenlere mukabil “Eğer insan yalnız bir kalpten ibaret olsaydı, bütün masivayı (Allah’tan başka her şeyi) terk, hatta esma ve sıfatı dahi bırakmak, yalnız Cenab-ı Hakkın zatına rabt-ı kalp etmek lâzım gelirdi. Fakat, insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazfedâr letâifi ve hassaları var. İnsan-ı kâmil odur ki, bütün o letâifi, kendilerine mahsus ayrı ayrı tarik-i ubudiyetle, hakikat canibine sevk etmek ile Sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir surette, kalp bir kumandan gibi letâif askerleriyle kahramânâne maksada yürüsün. Yoksa kalp, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başına gitmek, medar-ı iftihar (iftihar vesilesi) değil, belki netice-i ızdırardır.” Bu farkı çok iyi fark etmek lâzımdır.

asyanur.info      samicebeci.net

Reklam

Yorum Yap