Hayat

ŞÖHRET ARZUSU

İnsan fıtratının en zayıf noktalarından biri, belki de en zayıf olanı, hubb-u cah ve meşhur olmak, herkes tarafından bilinmek ve tanınmak arzusudur.

Bediüzzaman tarafından ruhî bir maraz olarak tanımlanan bu arzu, bir cihette psikolojik bir hastalıktır. Ehl-i dünya bu zayıf noktayı yakalayarak, onunla çok fena şeyleri yaptırabilir.

Desise-i şeytaniyeler bahsinde ele alınan bu konu çok dikkat çekicidir. “İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u cah denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan-ü şeref denilen riyakârâne halklara görünmek ve nazaı-ı ammede mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’i külli arzu vardır. Hatta o arzu için hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevk eder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir, ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır, çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zayıf damarıdır.”denilerek, bu manevi hastalığın teşhisi yapılmakta, devamında ise, çaresi ve tedavisi belirtilmektedir. “Evvelâ, rıza-yı İlâhi ve iltifat-ı Rahmânî ve kabul-ü Rabbanî öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istihsanı ona nispeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in’ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür, yoksa arzu edilecek bir şey değildir. Çünkü, kabir kapısında söner, beş para etmez.”

Evet, bir konser salonunda şarkı veya türkü söyleyen insanların bütün beklentisi, dinleyiciler tarafından coşkuyla alkışlanmaktır. Cılız bir alkış veya hiç alkışlanmamak, o sanatçı için tam bir yıkımdır. Halbuki, o alkışlar kabrin arka tarafında kabir azabı gibi dehşetli bir şekil aldığından, o zavallıların hiç haberi yoktur.

Nice şöhret hastaları vardır ki, o yolda namusunu, haysiyet ve şerefini bile feda eder. Ehl-i âhiret için bu his çok tehlikelidir. “Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlâsın zararına teveccüh-ü nâs ve şan-ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nahoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan-ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.”

Yapılan ibadet ve hizmetlerinden dolayı insanlardan bir aferin bile beklemek, manevi bir ücret talep etmektir. Onu bile istememek ve sadece ücretini Allah’tan beklemek, ihlâsın yüksek bir mertebesidir. Bediüzzaman’ın dediği gibi “Ey nefis! Eğer takva ve amel-i salih ile Halıkını (Yaratıcını) razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur, o kâfidir.” Bu ölçü, hayat boyu rehberimiz olmalıdır, vesselâm.

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları)

Reklam

Yorum Yap