Fıtraten mükerrem yaratılan insanın önüne dosdoğru bir yol açılmış ve oraya sevk edilmiştir. Bu istikametli caddenin nihayeti, Allah’ın rızası ve ebediyen orada kalmak üzere daimî Cennettir.
Ancak imtihan gereği, mahiyetine yerleştirilen akıl, öfke ve şehvet duyguları, çoğu insanlar tarafından kontrol altına alınmadığı için, fısk ve dalâlet bataklığına düşmeye sebebiyet verir.
Fısk, sınırı aşmak, doğru ve hak olan yoldan ayrılmak ve günah çamuruna bulanmak demektir. Allah’ın emirlerini terk ederek, Ona isyan eden insanlara fasık denilir. Allah’ın emrettiklerini yapmayan, yasak ettiklerini de yapmaya alışmış olan ve büyük günahları bilerek işleyen ve küçük günahlarda ısrar eden böyle kimseler, şayet günahları aleni olarak işleyip bununla seviniyor ve sıkılmadan iftiharla söylüyorsa, bunlara da fasık-ı mütecahir denilir. Böyle haddini aşmış kimselerin gıybeti, gıybetten sayılmaz. Kebair denilen büyük günahlara tiryaki olmuş, din ve dindarlarla uğraşan ve alay eden insanlar bu sınıfa girer.
Böyle kimselerin yoldan çıkıp, dalâlete ve sapıklığa düşmelerinin sebebi, işledikleri günahlardır. Suç kendilerine aittir. Kadere atmaya hakları yoktur. Sapıtmaları, yaptıklarının cezası ve karşılığıdır. Ancak fısk bataklığına düşen insanlar, yanlış kader anlayışlarından dolayı, kendilerini rahatlatmak için sorumluluğu kadere atarlar. Halbuki, fenalık ve günahları isteyen kendi nefisleri, icat eden Allah’ın kudreti olduğundan, sorumluluk onlara aittir. Böyle insanları uyandırmak, irşat ve tebliğ ile bataklıktan çıkarmaya çalışmak da şuurlu müminlerin vazifesidir. Bu vazife yapılır, netice ise Allah’a bırakılır. Zira burası imtihan dünyasıdır. İsteyen inanır gereğini yapar, isteyen de inanmayıp neticesine katlanır.
asyanur.info samicebeci.net