1400 seneyi aşkın bir maziye sahip olan İslâm tarihi, çok ilginç ve karmaşık olaylarla doludur.

“Yahudiler 71, Hristiyanlar 72 fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, fakat birisi kurtulacak.”ferman eden Allah’ın Resulü (asm), dört büyük halife ve Sahabe-i Kiramın yolunu takip eden Ehl-i Sünnet ve Cemaat denilen büyük taifeyi haber vermiştir.

İtikatta, İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi’ye bağlı, amelde ise, İmam-ı Azam Ebu hanife, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik ve İmam-ı Ahmet bin Hanbel hazretlerinin hak mezheplerine mensup olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat; ifrat ve tefritten uzak olan hadd -i vasat yolunu ve “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”ferman-ı celilindeki istikamet yolunu tercih etmişlerdir.

Bahsi geçen hak mezheplerin ve onlara göre amel eden hak tarikatlerin dışında, ehl-i bid’a ve fırak-ı dâlle olarak bilinen, ya itikatta ya da amelî meselelerde sınırı aşarak ifrat ve tefrite düşen nice sapmış fırkalar da İslâm tarihinin bilinen gerçekleridir.

Vehhabi mezhebi deo  fırkalardan birisidir. Abdülvehhab namında bir şahsın ortaya attığı ve birçok İslâmî konularda ifrat veya tefrit yaptığı, haddi aştığı, istikameti terk ederek saptığı İslâm âlimleri tarafından belgelenmiştir.

Çağımızın söz sahibi Bediüzzaman Hazretleri tarafından kısaca ele alınan, fakat etraflıca izahı yapılan Vehhabî meselesinin, yakın zamanın değil, kökleri tâ Sahabelere kadar dayanan uzun bir zamanın meselesi olduğunu bildirir.

” Hazret-i Ali (r.a.), Vehhabilerin ecdadından olan Haricilere karşı kılıç çekmesi ve onlarla savaşmak zorunda kalarak birçoklarını öldürmesi, Ehl-i Beyt sevgisi üzerine bina olan Şialığın aksine olarak, Hazret-i Ali’ye (r.a.) ve ekseriyeti Ehl-i Beytten çıkan büyük evliyalara karşı bir küsmek, onları inkâr ve tezyif etmek damarının aşırı derecede Vehhabilerde yerleşmesine sebep olmuş.”

Ayrıca “Hazret-i Ebubekir’in (r.a.) hilâfeti zamanında, yalancı peygamber Müseylime-i Kezab’ın fitnesiyle dinden çıkan ve ekserisi Necid havalisinden olan Haricilerin, Halid bin Velid kumandasındaki ordu tarafından bertaraf edilmesi, onlarda Hulefa-i Raşidin’e ve dolayısiyle Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı bir kin ve iğbirar duygusunun seciyelerine girmesine sebep olmuş. Müslüman oldukları halde, ecdatlarının yedikleri bu darbeyi Vehhabiler unutamıyorlar. Hazret-i Ömer (r.a.)zamanında İran’ın fethinden dolayı, Şiaların Hazret-i Ömer’e (r.a.) ve Hazret-i Ebubekir’e küsmeleri ve dolayısiyle Ehl-i Sünnet ve Cemaate fırsat buldukça tecavüz etmeleri gibi..”

Dört hak mezhebin dışında ehl-i bid’adan sayılan Vehhabiler için Bediüzzaman’ın şu tespitleri önemlidir: “Vehhabiler kendilerini Ahmet bin Hanbel  mezhebinden saydıkları için, Ahmet bin Hanbel Hazretleri bir milyon hadisin hafızı ve ravisi ve şiddetli olan Hanbeli mezhebinin reisi ve Halk-ı Kur’an meselesinde  cihanpesendâne salâbet ve metanet sahibi bir zat olduğundan, onun bir derece zahirî ve mutassıbane ve Alevilere muhalefetkârâne mezhebinden din namına istifade edip, Bir kısım evliyaların türbelerini tahrip ediyorlar ve kendilerini haklı zannediyorlar. Halbuki, bir dirhem hakları varsa, bazan on dirhem ilâve ediyorlar.” (Mektubat s.353)

Fakat, namaza çok dikkat eden ve Kur’an’ın hükümlerine uygun hareket etmeye çalışan Vehhabilerin, zaman içinde eriyeceğini ve itidale geleceğini Bediüzzaman’dan öğreniyoruz.

Bu itibarla, Vehhabî zihniyetinin bu vatanda sözcülüğünü yapan, dinin genel kabul görmüş meselelerini tartışmaya açan, İslâm âlimleri arasındaki teferruata dayalı ihtilaflı konuları sürekli ön plana çıkarıp kafaları karıştıran ve ekranları parselleyip doğruların arasına bir takım yanlışları ilâve eden bir kısım şahıslar dikkat etmelidirler. Bunun vebali kolaylıkla taşınmaz. Bu gün yerin üstünde olanlar, yarın yerin altında olacaklarını unutmasınlar.

asyanur.info

Views: 0