Her devletin, her milletin ve her topluluğun, kendine göre az veya çok bir takım sıkıntı ve problemleri vardır. Zira, insan unsurunun olduğu yerde problemlerin olması tabiidir.

Ancak “Bir dert bilinirse, devası kolaydır.”kaidesiyle, dertlere doğru teşhis konulmalı ve doğru usullerle hal çaresi aranmalıdır. Çünkü, yanlış ve bâtıl bir yolla hak bir neticeye ulaşmak aklen de imkânsızdır.

Bir başka husus, problem ve sıkıntıların altında ezilmemek ve bunalıp ümitsizliğe kapılmamaktır. Bediüzzaman “Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde de cezaa sarılma.”der. Meselâ, tedavisi mümkün bir hastalık karşısında yılgınlığa düşmek değil, Cenab-ı Haktan şifa niyaz edip sebeplere sarılmak gerektir. Fakat, ölmüş bir insanın başı ucunda feryat etmenin, saçı başı yolmanın da bir faydası yoktur.

Bu itibarla, bir takım sıkıntısı olan cemaatlerin ve devletlerin yapması gereken en önemli iş, evvela doğru teşhis, sonra da doğru metotlarla sıkıntıları gidermektir.

Meselâ, Osmanlı Devletinin dahili ve harici bir çok sıkıntıları olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de sıkıntıları vardır. Hem de pek çoktur. Bunların içinde en bilineni ve zaman zaman nüksedeni Kürtçülük meselesidir.  1984 yılından itibaren iyice su yüzüne çıkan ve PKK unvanıyla başımızı ağrıtan bu problemin, devlet tarafından doğru bir teşhis konularak, terörist bir hareket olduğu ifade edilmiştir. Marksist kökenli ve dış destekli bir hareket olarak PKK’yı devletin maddi güçleriyle ezmek ve sindirmek için uzun bir zamandan beri uğraşılıyor. Bu meselenin halli için, ekonomik kalkınmaya harcanacak kaynaklar, teröristleri yok etmek için sarf ediliyor.

Evet, Türkler ve Kürtler arasında  etnik bir sorun yok. Zira, asırlardan beri aynı topraklar üzerinde birlikte yaşamış, beraber gülüp beraber ağlamış; birlikte Kurtuluş Savaşı verip, birlikte Türkiye Cumhuriyetini kurmuş Müslüman bir toplumun ve Müslüman unsurlarının elbette birbirleriyle bir problemi olamaz. Birbirleriyle kız alıp verme yoluyla akrabalık bağları bulunan, aynı Allah’a, aynı Peygambere, aynı kutsal kitaba inanan, aynı kıbleye yönelip el bağlayarak namaz kılan bu necip milletin birbirleriyle ne meselesi olsun ki?

Ancak, ortada bir vakıa var. O da Kürtçülük adına bir terör hareketi. O zaman, “Acaba nerede bir hata yaptık?”diye, devlet olarak bir nefis muhasebesi yapılması zarureti doğar. Bu öz eleştiri yapılmadan ve hatadan dönme fazileti gösterilmeden, problemin de çözülemeyeceği bilinmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken, 1924 anayasasının 2. maddesinde “Bu devleti dini, dini-i İslâm’dır.”ibaresini koyarak bir İslâm cumhuriyetini kuranlar ve milletin birliği için İslâm kardeşliğini esas alanlar, sonradan o maddeyi kaldırarak, 1937 yılına kadar boş bırakıp, o tarihte lâikliği ikinci maddenin yerine koydular.

1924-1938 yılları arasında ise, İslâm dinine karşı düşmanca bir tavır alıp, onun yerine Türk milliyetçiliğini öne çıkardılar. Diğer ırkları tahrik edici söz ve fiillerin yanı sıra, milletin dînî inançlarını, örf, âdet ve geleneklerini tahrip edici icraatların sergilenmesine tepki olarak ortaya çıkan Şeyh Said isyanı ve emsali kalkışmalara çok sert ve ezici mukabele; millet kalbinde, bilhassa doğu vilayetlerindeki vatandaşlarda derin yaralar açtı. Bunun en önemli çözüm çaresi, devlet ve millet kucaklaşmasını temin etmek, özellikle doğu vilayetlerindeki vatandaşlara şefkatle yaklaşmak, gerçek bir demokrasi içinde temel hak ve hürriyetleri millete sunmak, devlet gücü ve imkânlarından herkesi eşit bir şekilde yararlandırmak ve  bunlar gibi hakikatlerdir.

asyanur.info    samicebeci.net   (Sami Cebeci videoları- YouTube)

Views: 0