Hayat

MORAL DEĞERLERİN GÜCÜ

Kalpleri halden hale değiştiren Cenab-ı Hakkın, günde yetmiş defa kalbine tecelli ettiği insanın, bir hali diğere halini tutmadığı ve bu yüzden kâh hüzünlü kâh neşeli, bazen karamsar bazen ümit ve şevk dolu olması; fertlerden meydana gelen toplum ve cemaatlerin de böyle halleri olduğu bilinen bir gerçektir.

Moral ve şevki yüksek küçücük toplulukların, o moralden yoksun kendinden kat be kat üstün topluluklara galip geldiği tarihteki misallerle bilinmektedir.

Bedir Savaşında, Sahabelerin kendilerinin üç katı olan müşriklere galip gelmesi ve Osmanlı akıncılarından Hacı İl Bey kumandasındaki on bin kişilik ordunun, yüz bin kişilik düşman ordusunu yenmesi, bu hakikate iki misaldir.

Bütün bu başarıların altında yatan sır, insanların gaye ve hedef birliği yapmaları, Allah’ın rızasını kazanma gibi yüksek bir ideale sahip olmaları ve komutanları tarafından, bahsi geçen gayelere mükemmel bir şekilde hazırlanmalarıdır. Savaş veya önemli bir hizmet öncesi, komutanların orduyu coşturmak için yaptıkları ateşli konuşmalar buna delildir.

“Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u!” diyen Sultan Fatih’in karalılığı ve Malazgirt’te bir Cuma sabahı Alpaslan’ın beyaz atı üzerinde kefen misal beyaz elbiseler içinde söylediği nutku, bu motivasyonun tarihteki örneklerinden bazılarıdır.

Maddi hava bozulduğu zaman insana fena tesir ettiği, düzeldiği zaman insanın ruh halini şenlendirdiği gibi, manevi havanın bozuk veya düzgün olmasının, insan üzerindeki olumlu veya olumsuz etkisi inkâr edilemez.

Her şeyin ve her işin kendine göre bir havası vardır. Meselâ; her sene Kırkpınar Meydanında yapılan tarihî güreş müsabakalarına 150-200 pehlivan katılır. Küçük çocuklardan baş pehlivanlara kadar hepsi vardır. “Haydi gidin! Şu çimenlikte güreşin bakalım!”denilse, inanın güreşemezler. O halde meydana güreş havası vermek lâzımdır. Onun için iyi düzenlenmiş mikrofonların başında kırk davul, kırk zurnayla yer gök inletilirken, kazan başında yağlanan pehlivanların, peşrev yapanların yanı sıra, ortalığı coşturan cazgırın “İki yiğit çıktı meydane, ikisi de birbirinden merdane!”diye başlayan heyecanlı konuşması pehlivanları coşturur. İşte ondan sonra, Kırkpınar güreşlerinin seyrine doyum olmaz. İşte o bir havadır ve o havaya orada ihtiyaç vardır.

Keza; harbe giden orduları coşturmak için söylenen, cesaret ve kahramanlık damarlarını galeyana getiren mehter marşları vardır. Hele düşman üzerine gidilirken söylenen bir hücum marşı vardır ki, gümbür gümbür davul sesleri arasında, Allah Allah nidalarıyla, yayından fırlayan ok gibi koşan askerler, o umumi hava içinde artık kendilerinden geçmiş bir haldedirler. Ne yaralanmak ve ne de ölmek onlar için korku vesilesi olmaktan çıkar, şehit olmaya koşarak giderler. İşte o da bir havadır. Böyle bir havaya, İslâm için hizmet edenlerin de ihtiyacı vardır.

asyanur.info     samicebeci.net

Reklam

Yorum Yap