(Dünden devam)
İnebolu’da gençlerle yaptığımız sohbetten sonra şehir mezarlığına gittik. Bediüzzaman Hazretlerinin kahraman talebelerinden Ahmet Nazif Çelebi, oğlu Selâhattin Çelebi ve İbrahim Fakazlı ağabeyler birbirine yakın olarak yatıyorlardı. Göklere doğru yükselen selvi ağaçları, sanki birer nöbetçi gibi başlarını bekliyordu. Hepsine Fatihalar okuduk. “Bir zamanlar toprağın üstünde yaşayan insanlar nasıl toprağın altına girdilerse, bir gün bizler de aynı duruma gelip, arkadan gelenler inşaallah bizlere de Fatihalar okuyacaklar. Bu durumdan ibret alıp, Risale-i Nur hizmetleri için daha çok çalışmalıyız.” dedim. Gerçekten mezarlıklar bir vaiz gibi insana çok şeyler anlatıyordu.
Arabamıza doğru giderken telefonum çaldı. Arayan eşimin kız kardeşiydi ve ağlıyordu. “Annem vefat etti, neredeyseniz acele gelin.” diyordu. Cumartesi günü akşamı Kastamonu’da bir radyo programı yapacak ve gönül dostlarımızla ders ve sohbetimiz olacaktı. “İnna lillah ve inna ileyhi raciun.” diyerek programlarımızı iptal ettik. Maceralı ve zahmetli bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaştık. Çünkü, arabamız arıza yapmış ve iki taksi değiştirmiştik. Telefonlarla yaptığımız haberleşmeler sonucu dostlarımıza ulaşmış ve cenaze ambülans ile morga götürülmüştü.
Kayın validem Fatma hanım, kırk beş senedir Bediüzzzaman ve cemaati iyi biliyor ve samimi olarak sahip çıkıyordu. Gençlik yıllarından beri Risale-i Nur hizmetine çok emeği geçmişti. Okuması ve yazması yoktu fakat altın gibi bir kalbi vardı. Çok konuşmazdı. Bir şey sorulursa kısaca cevap verirdi. Çok arzu ettiği Hac ibadetini de yerine getirmişti. Hiç bir zaman eşinin hizmetlerine engel olmadı. Bilakis hep teşvik edici oldu.
İki sene önce kalbinden by-pas ameliyatı olmuştu. Yüksek tansiyon ve şeker gibi hastalıkları da vardı. Onun bu halinden şikâyetçi olduğuna hiç rastlamadım. “Emrine ve gününe şükür Ya Rabbi!” diye ilginç bir duayı sık sık söylerdi. Doktoru, çok yüksek seyreden tansiyon hastalığından dolayı felç olma riskinden korktuğunu söylüyordu.
İnebolu için yola çıkmadan önce Cuma günü, kayın pederin çantasını hazırlıyor, haplarını da yerleştiriyor ve “Uzaklara gidiyorsun, bana hakkını helâl et!” diyerek boynuna sarılıyor. Sanki öleceği kendisine mâlûm olmuş gibi. Kayın peder de “İstersen ben gitmeyeyim.” diyor. O “Hayır olmaz! Ben iyiyim, sen hizmetten geri kalma.” diyerek uğurluyor. Cumartesi günü öğle namazını kılıp evin önüne iniyor. Kızı ve komşularının bulunduğu bir sırada aniden fenalaşıyor ve yarım saatin içinde bir su içer kolaylığında ruhunu Rahman’a teslim ediyor.
Pazar günü, Karşıyaka Mezarlığı morgunda yıkanıp tabuta koyduğumuz zaman ortalık günlük güneşlikti. Ulus semtine yaklaştığımız sırada rahmet yüklü bulutlar ile karşılaştık. Sağanak halinde yağmur yağıyordu. İkindi namazı kılınıncaya kadar bu hal devam etti. Cenaze namazı için Hacı Bayram Camisinin avlusuna çıktığımızda yağmur dinmişti. Kayın valide tek başına musalla taşında idi. DOST TV. nin de haber vermesiyle binden fazla cemaat vardı. Cenaze namazından sonra elli civarında araba konvoyu ile düğün alayı gibi tekrar Karşıyaka mezarlığına doğru giderken gördük ki, Dışkapı semtinden ileriye hiç yağmur yağmamıştı.
Evet, Kur’an ayetinin ifadesi ve muhalif mânâsıyla mealen “Ehl-i imanın vefat etmesiyle sema onun arkasından ağlar gibi gözyaşı döker.” Gördüğümüz tablo da onu gösteriyordu. Kayın validem şimdi çok sevdiği üstadına ve diğer sevdiklerine kavuştu. O, her haliyle ölümün gülen güzel yüzünü gösterdi. Ona ne mutlu! O da kabre gülerek girenlerden oldu. 02. Haziran. 2007 tarihinde âhiret âlemine göç eden kayın validenin sene-i devriyesinde onu rahmetle anıyoruz. Ruhuna binler Fatihalar…
asyanur.info samicbeci.net (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile her akşam canlı Risale-i Nur dersleri)