İman ve inkâr mücadelesi, Hazret-i Âdem’den (as)bu yana sürüp gelen bir mücadeledir. Ancak bu mücadele âhir zamanda daha dehşetli bir şekil almış ve ehl-i dalâlet ve din düşmanları, en son fitne silahlarıyla hücum eder hale gelmiştir.

Bu hususta, Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin tespitleri ne kadar hayret vericidir: “Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki, yüzde on ehl-i fesat, yüzde doksan ehl-i salâhı mağlûp ediyordu. Hayretle merak ettim. Tetkik ederek kat’i anladım ki, o galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor; belki fesattan ve alçaklıktan ve tahripten ve ehl-i hakkın ihtilâfından istifade etmesinden ve içlerine ihtilâf atmaktan ve zayıf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidatları işlettirmekten ve şan ve şeref namıyla riyakârâne nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızcasına tahribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misillü şeytanî desiseler vasıtasıyla, muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler.” (Lem’alar s. 236)

Evet, genel çerçevesiyle, kullanılan şeytanî silahları nazara veren Bediüzzaman, hücumların nerelerden ve hangi hassas noktalardan gelebileceğine dikkat çekiyor.

Evet, en temel prensiplerden olan ihlâs ve uhuvvet bozulduktan sonra, ne tefâni sırrı kalır, ne sadâkat ve ne de tesânüt. Her şey zembereği kopmuş saat gibi bozulur gider. Çünkü, hiçbir zaman iki yanlıştan bir doğru çıktığı görülmemiştir.

Bu bakımdan, mutlaka kazanılması ve korunması gereken prensiplerin başında geleni ihlâs ve uhuvvettir. Bu iki kaynak prensip ise, diğer güzel vasıfları besler ve inkişaf ettirir. Tesânüt hakikati her türlü sarsıntıya karşı dayanıklılık kazanır. Ehl-i dalâlet ve fitne odaklarının hile ve tuzakları boşa çıkar, hiçbir zarar veremezler. Her zaman ve zeminde bu teyakkuza ihtiyaç var olduğu bilinen bir gerçektir.

asyanur.info

Views: 0