Cenab-ı Hak, diğer duygular gibi akıl kuvvesine de yaratılıştan bir had ve sınır koymamıştır. Bu yüzden aklın ifrat, tefrit ve vasat mertebeleri vardır.
Aklın ifrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya sahiptir. Tefrit mertebesi de gabavettir, ahmaklıktır, geri zekâlılıktır ki, hiç bir şeyden anlamaz. Akıl noktasında en büyük hidayet, hakkı hak olarak bilip tâbi olmak, bâtılı da bâtıl olarak bilip ondan kaçınmaktır. Bu, aklın vasat mertebesi olan hikmettir. Hikmet ise, en büyük nimetlerdendir. “Kime hikmet verilmişse, ona çok hayırlar verilmiştir.”mealindeki ayet bu hakikate işaret eder. Hikmet sahibi bir akıl, varlıkların yaratılış sırlarını vahyin yardımıyla anlar ve Yüce Yaratıcıyı bulur. Allah’ı tanımak ilminde mesafe kat eder. Vazifesini hakkıyla yerine getirir.
İstikametini kaybeden bir akıl dengeli düşünemez. İfrat ve tefrit halleriyle, varlıkları Allah’tan başka şeylere havale eder. Tabiat ve tesadüflerin oyuncağı, sebeplerin bir araya gelmesinin mahsulü zanneder. Dünyanın akıbetini ebediyen yokluk ve hiçlik tahayyül eder. Ölümü, bütün sevdiklerinden ebedi bir ayrılık kabul eder. Yaratıcısını bulamaz ve âhiret hayatını bir aldatmaca olarak görür. Böyle bir akıl, en büyük nimet iken, sahibi için bir baş belâsı olur. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, geçmiş zamanın elem ve kederleri, gelecek zamanın endişe ve korkuları, o şahsın hazır zamandaki keyif ve lezzetlerini kaçırır, hayatı ona zehir eder. O kişi, bu perişan halden kurtulmak için ya eğlencelere ya da sarhoşluğa kaçar. Geçici olarak her şeyi unutur. Ayıldığı zaman, tekrar aynı hallerle karşılaşır ve yine sarhoşluğa sığınır. Bu hal, böyle devam eder gider.
Şayet akıl imanla aklını başına alırsa, bütün geçmiş ve gelecek zamanlar iman nuruyla ışıklanır. Dünya hayatı manevi bir Cennete dönüştüğü gibi, âhireti de ebedi ve daimi bir saadet ve Cennet olur.
Aklın bir hali diğer halini tutmaz. Bu mânâyı Bediüzzaman ne güzel tasvir etmiş: “İnsanın akıl ve ve fikir meydanı öyle bir vüsattedir ki, ihatası mümkün değildir ve o kadar dardır ki, iğneye mahal olamaz. Evet, bazen zerre içinde dönüyor, katre içinde yüzüyor, bir noktada hapsoluyor. Bazen de, âlemi bir karpuz gibi eline alır ve kâinatı misafireten getirir, akıl odasında misafir eder. Bazen de o kadar haddini tecavüz eder, yükseğe çıkar ki, Vacibü’l-Vücudu (Allah’ı) görmeye çalışır. Bazen de küçülür, zerreye benzer. Bazen de bir katreye girer. Bazen de fıtrat ve hilkati içine alır.” (Mesnevi-i Nuriye s.151)
Evet, akıl sanata bakarak Sanatkârı görmelidir. Yoksa, zatı ve hakikatiyle Allah bilinemez. Ancak fiileri ve eserleri, sıfatları ve isimleriyle bilinebilir. Bu farkı mutlaka fark etmelidir.
asyanur.info
Views: 5