Hayat

Her İki Tahripçi Ve Tamircileri

Reklam
Bu dünyanın bir imtihan meydanı olması gereği, iman ve inkâr mücadelesi Hz. Âdem’den (as) itibaren başlamış, böylece kıyamete kadar da devam edecektir. Her devrin nemrut ve firavunlarına karşı peygamberler göndererek mü’minleri yalnız bırakmayıp destekleyen Cenâb-ı Hak, elbette âhirzamanın dehşetli tahripçilerine karşı manevî tamirciler göndermesi hikmet ve rahmetinin gereğidir.

Maddeci ve materyalist bir zihniyetle bütün semâvî dinlere savaş açan ve dinsizliği bütün dünyaya yaymak için olanca gücünü ortaya koyan komünizm cereyanı; fikir babaları olan Yahudi kökenli Karl Marks ve Engels ile birlikte, uygulayıcıları olan Lenin, Stalin ve Troçki ekibiyle büyük deccalın komitesini teşkil ettiler. 1917 Bolşevik İhtilâli’nden, 1991 yılında Sovyetler Birliği yıkılıncaya kadar maddî ve manevî büyük tahribatlara sebebiyet vererek deccalizmin dehşetli yüzünü dünyaya gösterdiler.
Hadis-i şeriflerde gelen rivayetlere göre; ahirzamanda Allah’ın izniyle semadan yeryüzüne inen Hz. İsa’nın (as) “deccalı öldüreceği vakitte, on arşın yani yedi metre yukarıya atlayıp sonra kılıcını onun dizine yetiştirebilir” ifadeleriyle “vücutça, o derece, deccalın boyu uzundur” mealinde rivayet var. Buna göre deccal kırk elli metre yüksekliğinde oluyor. Halbuki bu hâl ve herkesin onu aleni olarak deccal diye tanıması ise imtihan sırrına aykırıdır. Bu açıdan bakıldığında, bu tarzda gelen hadisler müteşabihtir ve yorum gerektirir. Birkaç cihette bunun tevilini yapan Bediüzzaman Hazretleri “O hadisin bir kısım hakikatlerini gözleri gördükleri halde daha intizar eden [bekleyen] zahiri hocaları dahi ikaz etmek için, o hadisin, bu zamanda da ayn-ı hakikat ve tam muvafık ve mahz-ı hak müteaddit manalarından bir manası çıkmıştır” demektedir. Meselâ, Hz. İsa’nın (as) hakikî dinini esas alan İsevî ruhanilerin cemaati ile dinsizlik taraftarları kıyas edilse, normal bir insan ile minare yüksekliğinde bir insanın nispeti gibi olur. Yahut İkinci Cihan Savaşı’nda Rusya, Çin, Amerika, İngiltere ve Fransa ittifakına karşı mücadele eden ve komünist Rusya’ya öldürücü darbe vuran Alman ordularının gücü kıyaslansa, yine bir insan ile minare boyundaki bir insanın mücadelesi gibi olur. Veya Almanya ve İtalya ittifakının, müttefik kuvvetler olan bahsi geçen büyük devletlerin ordularıyla mukayesesi, yine normal bir insanla minare büyüklüğündeki bir insanın savaşması gibidir. Meâlen bu tevilleri yapan Bediüzzaman Hazretleri, hadis-i şeriflerde haber verilen bu hakikatlerin gerçekleştiğini bildirmektedir. Ve zamanla içi boşalan, kof hale gelen ve Allah’ı inkâr fikrinin temsilciliğini yapan Sovyetler Birliği, 1991 yılında karton kuleler gibi yıkıldı ve tarihin çöplüğüne atıldı. İçinden on beş devlet çıktı. Allah’ı inkâr fikri öldü. Sovyetler Birliği coğrafyasında camiler, kiliseler ve havralar onarıldı, yeniden ibadete açıldı. Hummalı bir şekilde yeni mabetler açılmasına da devam ediliyor. Rusça ve Kril alfabesiyle basılan yüz binlerce Nur Risaleleri de ekmek peynir gibi satılıyor. Dine ve imana susayanlar din gerçeğine sarılıyor.
Allah’ı inkâr zihniyetini temsil eden deccalın fikren öldürülmesine öncülük eden Hazret-i İsa’nın (as), hakikî İsa (as) olduğunun aleni olarak bilinmesi imtihan sırrına aykırıdır. Bediüzzaman, “Onu en yakınları ancak iman nuruyla tanıyabilirler. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanıyamayacaktır” (Mektubat, s. 96) demektedir.
Hıristiyan dünyasında bu mücadele devam ederken, eş zamanlı olarak İslâm dünyasında da diğer bir mücadele sürmektedir. Bu hakikate açıklık getiren Bediüzzaman “Ahirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak. Birisi: Nifak perdesi altında Risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr edecek Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranisine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zat-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı manevisi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.” (Mektubat s. 94)
Dört yüz seneden fazla âlem-i İslâm’a hilâfet merkezliği yapan İstanbul ve Osmanlı’dan bakiye kalan Anadolu topraklarında gerçekleşen ve hâlâ devam eden bu manevî ve ilmî mücadele kimin ne olduğunu apaçık ortaya koymaktadır. Süfyan, tahribe unvan olduğu gibi, ‘Muhammed Mehdi’de tamirin unvanıdır. Hakikî isimleri öyle olmak gerekmez. İmtihan sırrı onu gerektirmektedir.
Risale-i Nur mesleğini hakkıyla idrak eden Nur’un hakikî ve sadık talebeleri, bahsi geçen hakikatler muvacehesinde, Hazret-i İsa (as) ve Hazret-i Mehdi’nin aynı süreçte ve eş zamanlı olarak vazifelerini yaptıklarına inanır ve daha başka bir beklenti içine girmezler. Farklı yorum yapanlara da itibar etmezler.

Reklam

Yorum Yap