Hicretin üç yüzüncü senesinden sonra ortaya çıkan ve kitap ve sünnete dayanan hak tarikatlar, Kadirî, Nakşî, Rufaî, Şâzelî, Mevlevî ve daha bir çok isimler altında bilinen tarikatlar; tasavvuf yoluyla kalbî ve ruhî hastalıkların tedavisini yapıp, tarikat perdesi altında sünnet-i Peygamberinin ihyasını ve İslâmî farzların yaşanmasını sağlamışlardır. Aklî değil, daha ziyade kalbî olan ve müminlere hitap eden bu sistem, asırlarca İslâm’ın yaşanmasına büyük hizmetler etmiş ve nice inanan insanların evliyalık mertebelerinde yükselmesine vesile olmuştur.
O zamanın şartlarında imanın erkânına hücum olmadığı için, teferruatta yapılan itirazlara eski İslâm âlimlerinin yazdığı eserler kâfi cevap olur ve hücumları def ederlerdi. Ancak, aradan geçen bunca asırdan sonra, son asra gelindi. Özellikle 18, 19 ve 20. asırlarda dinsizlik cereyanları gitikce kuvvet kazanarak imanın esas ve temellerine hücum eder hâle geldi. İnanan insanlara hitap eden tarikatlar ve teferruata yapılan itirazlara cevap veren kitaplar, ihtiyaca kâfi gelmemeye başladı.
Zâhiren İslâmiyetin mağlubiyetinden dolayı, acaba İslâmiyette bir hakikatsizlik mi var, diye tereddütlerin meydana geldiği ve müminlerin ümitsizliğe düştüğü üzücü bir ortamda; her derde bir devayı, her ümitsizliğe bir ümidi yaratan Cenab-ı hak, Bediüzzaman gibi bir büyük âlimi mânen vazifelendirerek, iman ve Kur’an esaslarını, iki kere iki dört eder kat’iyetinde ispat ve izah eden Nur Risalelerini telif etmeye muvaffak kıldı.
1924 yılında tarikatların ve türbelerin kapatılmasıyla ilgili kanun çıktıktan sonra telifine başlanan Nur Risaleleri, cumhuriyet mahkemeleri tarafından tetkik edildi. Çeşitli isnat ve iftiralar içinde, Risale-i Nur hareketinin bir tarikat olduğu da söylendi ve bu yolda suçlamalar da yapıldı. Ancak, müteaddit mahkemelerde bu isnat ispatlanamadı. Çünkü, hakikat-ı halde Nur Risaleleri bir tarikatın esaslarını ders vermiyordu. Nurculuk bir tarikat değildi. Olmayan bir şeyin ispatı nasıl yapılacaktı? Gerçi Risale-i Nur Külliyatında tarikatlarla alâkalı onları müdafaa eden ve kıymetlerini izah eden bahisler vardı. Fakat, doğrudan tarikat dersi yoktu. Çünkü, Nur hareketi bir tarikat değildi.
“Eğer derseniz: Şeyhler bazen işimize karışıyorlar, sana da bazen şeyh derler. Ben de derim: Hey efendiler! Ben şeyh değilim, ben hocayım. Buna delil, dört senedir buradayım, bir tek adama tarikat dersi verseydim şüpheye hakkınız olurdu. Belki yanıma gelen herkese demişim: İman lâzım, İslâmiyet lâzım, tarikat zamanı değil.” “Mesleğimiz tarikat değil, hakikattır, şeriattır. Bu zamanda Sahabe mesleğinin bir cilvesidir.”
Daha bunu gibi yüzlerce ifade vardır ki, Bediüzzaman tarafından Nur hizmetinin bir tarikat mesleği olmayıp, iman kurtarma esasına dayalı bir ekol olduğu belgelenmiş oluyor.
asyanur.info samicebeci.net
Views: 0