İmanın altı şartına inanmak hidayet yolunun tâ kendisidir. Kimse kimseyi inanmaya zorlayamaz. Allah bile kullarını bu noktada serbest bırakmıştır. İmtihan etmenin gereği budur. Allah isteseydi bütün insanları mümin yapabilirdi. Ama o zaman, imtihan sırrı büsbütün ortadan kalkardı. Bundan dolayı, Sa’d-ı Taftazani gibi büyük bir kelam âlimi imanı tarif ederken “Cenab-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilkâ ettiği (aşıladığı) bir nurdur.” demiştir. (İşârât-ül İ’caz s. 74)

Buradaki incelik, kulun kendi cüz’i iradesini iman ve hidayet tarafına kullanmasıdır. Zaten, Allah da kulunu hidayet yolunda görmek istediğinden, hemen kalbine hidayet nurunu aşılar. Kul istemedikçe, Allah ta ona hidayet nurunu nasip etmez. Böylece, sorumluluk ta kulun üstünde kalır. “Ne yapayım? Allah bana da hidayet verseydi, ben de mümin olurdum. Demek ki, benim kaderim beni buna mahkum etmiş.” demeye kimsenin hakkı yoktur. Evet, her şeyi yaratan ve hidayet nimetini veren sadece Allah’dır. Fakat, kul o hidayet nimetini istemek şartıyla.

En büyük hidayet nimeti ise, manevi perdelerin aradan kalkmasıyla hakkı hak olarak görüp tabi olmak, batılı da batıl olarak görüp ondan kaçınmaktır. “Allah’ım, bize hakkı hak olarak göster ve ona uymakla rızıklandır. Batılı da batıl olarak göster ve ondan da sakınmakla rızıklandır, amin.” Allah Resülünün (asm) ümmetine öğrettiği bu dua, dualarımızın arasında en önemli sırayı almalıdır.

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları)