Bin yıllık geçmişinde devlet geleneği bulunan, çağ kapayıp yeni bir çağ açan ve “Bu dünya bir padişaha çok, iki padişaha az.”diyen devlet adamları yetiştiren asil milletimiz; aşiret, beylik, mutlakiyet ve meşrutiyet dönemlerini geride bırakarak, beşeri sistemlerin en tekâmül etmiş şekli olan demokrasiye intikal etti.

İstibdat ve baskı idarelerinin insan fıtratına ve kabiliyetlerine vurduğu darbeleri bizzat yaşayarak gören ve bu yüzden sağcısıyla solcusuyla demokrasiye samimiyetle sahip çıkan bu millet, kul ve teb’a olmaktan kurtulup, vatandaş olmanın hazzını yaşıyor. Hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunun ifadesi olan demokrasi, sıradan insanları bile memleketin gerçek sahibi haline getirdi.

İçinde demokratik hak ve hürriyetlerin bulunmadığı ve sadece adı cumhuriyet, mânâsı istibdad-ı mutlak olan bir rejimle, 1950 yılına kadar hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakılan bu aziz millet, demokrasiye dört elle sarılmışken, onu, üç defa elinden kaçırdı. Zira, Kemalizmin ilke ve inkılaplarından yapılmış tek tip elbiseyi millete deli gömleği gibi giydiren bir zihniyet, milletin yırttığı elbiseyi yamalayıp, tekrar tekrar millete giydirmeye çalıştılar.

Halbuki, tek kişinin görüşüne dayalı ve zaman geçtikçe değişen ve gelişen dünya şartlarına ayak uyduramayan bir takım ilkeleri, değişmeyen semavi kanunlar gibi millete dayatılması ve sanki yeni bir dinmiş gibi muhafaza edilmeye çalışılması temelden yapılan bir yanlıştır.

Zaten, geçmişte paşalarla yönetilen bir devlet geleneğinden gelen ve tarih sahnesinden çekilen Osmanlı’nın bıraktığı topraklar üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyetini, yine İstiklal Savaşını milletle birlikte kazanan paşalar kurduğundan, maalesef devletin asıl sahibi olarak kendilerini gördüler. Bu yüzden, milletin neye inanacağına, neyi düşüneceğine ve nasıl giyineceğine karar verme hakkının kendilerinde olduğu fikrine kapıldılar. Devlete hâkim olan Halk Partisi, çeyrek asır kendi düşüncelerini ve yaşayış tarzlarını millete devlet gücüyle kabul ettirmeye çalıştılar.

Jakoben ve tepeden inmeci bir dayatmaya tahammül edemeyen kitleler, kendilerine bu muamaleyi reva görenlere 1950 yılında öyle bir seçim şamarı vurdu ki, sesi tâ Çin-i Maçin’den duyuldu. Bu tabloyu bilfiil yaşayan Bediüzzaman da “Bu asil Türk milleti, kendi ihtiyarıyla bu partiyi  kat’iyen bir daha iktidara getirmeyecek.”dedi. Yetmiş senedir de getirmemekle zaman, Bediüzzaman’ı haklı çıkardı.

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları)

 

 

Views: 0