Kâinatın ve on sekiz bin âlemin sahibi olan Allah (c.c.) yeryüzünde imtihan için yarattığı ve halife-i zemin kıldığı insana, o külli iradesinden cüz’i bir iradeyi numune olarak vermiştir. İnsan, bir ağaç gibi iradesiz bir varlık değildir. Allah, semavi kitaplar ve peygamberler göndererek insana bir takım teklifler yapmış, emir ve yasaklara muhatap kılmıştır. İnsan, iradesiyle bu tekliflere ya müspet veya menfi karşılık verir. İmtihanın farkında olarak, Allah’ın emir ve yasakları karşısında iradesini doğru kullananlar ebedi mükâfatlara mazhar olurken, iradesini ve tercihini inançsızlıktan veya iman zayıflığından dolayı yanlış yolda kullananlar da cehenneme yuvarlanırlar.
İnsana verilen cüz’i iradenin varlığını herkes kendinde hisseder. Bir şeyi yapmak veya yapmamak tarzında insanda bir tercih hakkı ve hürriyeti vardır. Onun mahiyetinin ne olduğunu bilmememiz, olmadığına delil olamaz. Mahiyetin bilemediğimiz için varlığını inkâr edemeyiz. Her şey bizim bilgimizle sınırlı değildir.
İnsandaki cüz’i irade icat edemez. İcat ve yaratma sadece Allah’a mahsustur. İnsan iradesiyle bir şeyi yapmayı istediği zaman, Allah külli iradesiyle tecelli ederse, o fiili Allah icat eder. Allah’ın irade ve kudreti olmadan insan bir parmağını bile oynatamaz.
İnsanın işlemiş olduğu fiillerin bir kısmı iyi ve güzel, bir kısmı da kötü ve çirkindir. Bütün bu fiilleri Allah yaratır. İnsan ise, tercihini bunlardan birisi istikametinde kullanır. İşte cüz’i irade, kötü ve günahlı fiillere merci ve dayanak olması için insana verilmiştir. Çünkü fena ve çirkin şeyleri isteyen bizzat insanın kendi nefsi ve iradesidir. O çirkin fiillerin sorumluluğunu da insan yüklenir. O fiilleri yaratmak Allah’a , mesuliyet ise cüz’i iradeye aittir. Hâlbuki, hayrı ve hasenaqtı isteyen rahmet-i İlâhiye, icat eden kudret-i Rabbaniyedir. İnsanın hissesi onda pek azdır. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi insan onlara; iman ile, şuur ile, dua ile ve rıza ile mazhar olur. Mazhar olduğu hayır ve hasenatla iftihar edemez. Mazhar ettiği için Allah’a şükürle mükelleftir. İşte, kader meselesinin iman rükünleri içinde olması, nefsi gururdan kurtarmak içindir. Cüz’i irade ise, işlediği fenalıkların mesuliyetini yüklenmek maksadıyladır. Bu mânâyı ders vermek için Cenab-ı Hak, Nisa Suresinin 79. ayetinde şöyle ferman eder: “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurun sebebiyledir.”
Ancak, kader ve cüz’i iradenin niçin iman esasları içinde olduğunu bilmeyen halk arasında çoğu insanlar, günahlı fiilleri işlediği zaman “Ne yapayım, kaderim böyleymiş, kaderde böyle yapmak varmış.”kolaycılığına kaçarak mes’uliyetten kurtulmak isterler. Bir takım hayır ve hasenat gibi işler yaptığında da, onları Allah’tan bilmeyip, kendi nefislerine isnat ederek gururlanıp, hak ve doğru olan yoldan saparlar. Bir de bunları teşhir edip, insanların alkışını ve beğenisini almaya çalışırlar. Hâlbuki, Allah için değil, başkalarının rızasını ve beğenisini isteyerek yapılan fiillerin âhirette karşılığı yoktur. Allah mahşer günü o gibi insanlara “Kimin için yaptıysan, git ücretini onlardan al!”diyerek amellerini suratlarına çarpacaktır. Allah, gizli şirk olan böyle amellerden hepimizi muhafaza etsin.
Evet, insana verilen cüz’i irade bu maksatlar için verilmiştir. Bahtiyar odur ki, kendisini beğenmeden, doğrudan doğruya amellerini yalnız Allah rızası için yapar. Bir hata veya kusur işleyip günaha girdiğinde de kusuru nefsine alıp, hemen Allah’tan af ve mağfiret dileyerek, tövbe ve istiğfarla o günahtan kurtulmaya ve bağışlanmaya çalışır. İşte o zaman cüz’i irade, veriliş gayesine uygun vazife görür ve ebedi mükâfatlara lâyık olma noktasına yükselir.
asyanur.info