Âhirzaman müceddidi kimliğine sahip olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, tam bir felâket ve helâket asrında dünyaya gelmişti. Doğduğu yılda, eskilerin 93 Harbi dedikleri 1877- 1878 Osmanlı-Rus savaşı yapılıyordu. Ruslar tarafından hem Balkanlardan hem de Kafkaslardan kıskaca alınan Osmanlı, dâhilde düşmanla iş birliği yapan bir kısım hain azınlıklar tarafından çok zor durumda bırakılmıştı.

2. Abdülhamid’in dirayetli yönetimi sayesinde ve en zayıf olduğu bir dönemde otuz üç sene ayakta kalmayı başaran Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki Fırkasının padişahı tahtan indirmesi ve basiretsiz siyaseti yüzünden Trablusgarp ve Balkan savaşları yapılmış ve arkasından birinci dünya savaşına girerek neticede mağlup düşmüş ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasıyla birlikte tarih sahnesinden çekilmişti.

Mutlakiyet, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerini yaşayan Bediüzzaman Hazretleri, bir din âlimi olmasına rağmen talebeleri dahil beş bin kişilik bir milis alayının kumandanlığını yaparak cihan savaşına katılmış, İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edildiği yıllarda da, büyük bir gayret içinde yaptığı faaliyetlerle onların bütün plan ve oyunlarını bozmada aktif  hizmetler görmüştür.

Bir fikir ve aksiyon adamı olan Bediüzzaman’ın hayatı hep meşakkat, çile ve zahmetlerle geçmiştir. Yanlış kıyas ve yorumlarla devletin dine karşı aşırı baskı ve zulüm uyguladığı dönemlerde “Din hayatın hayatı hem nuru hem esası, ihya-yı din ile olur şu milletin ihyası.” parolasıyla mücadele veren Bediüzzaman, bu düşünce ve hizmetlerinden dolayı akıl ve hayale gelmedik işkence ve baskılara mâruz kaldı. O, bir mücadele ve dâvâ adamıydı. Hiç bir engel onu inandığı hak dâvâsından vazgeçiremiyor, en büyük musibet ve sıkıntılar karşısında bile “Musibetlerin tenevvüü (çeşitliliği), musikinin nağmeleri gibi kulağıma geliyor.” diyordu.

Din adamlarının ümitlerinin söndüğü ve şevklerinin bütünüyle kırıldığı bir dönemde O “Ümitvar olunuz! Şu istikbal inkılâbâtı içinde en yüksek seda, İslâmın sedası olacaktır.” diye haykırıyordu. Devlet tarafından sürgün olarak gönderildiği Barla Nahiyesini kendine kürsü edinmişti. Oradan İslâm âlemine, hatta bütün dünyaya sesleniyordu. Kur’an adına, insanlığı Allah’a ve âhirete iman etmeye, ibadete ve hakiki insan olmaya çağırıyordu. Telif ettiği Risale-i Nur tefsirleri için talebelerine “Bir zaman gelecek, ben bu risaleleri bütün dünyaya okutturacağım.” müjdesini veriyordu. (Devamı yarın)

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile her akşam canlı Risale-i Nur dersleri)

Views: 0