2010 yılı Nisan ayı ortalarıydı. Muhtelif aralıklarla gittiğim İzmir’e, aldığım dâvet üzerine yine gidiyordum ve şu anda Esenboğa hava alanındayım. Biletimi alıp uçağa bindiğimde, benim koltuğumun pencere kenarında otuz küsur yaşlarında genç bir adam oturuyordu. Hayırlı yolculuklar dileyerek tanıştık. Otuz yedi yaşında genç bir inşaat mühendisiydi. Çeşitli konular üzerinde biraz konuştuktan sonra inanç konusuna girdik. “Bu konuya hiç girmeyelim. Çünkü ben dine inanmayan birisiyim.” dedi.
Altı ay önce Antakya’ya giderken rastladığım elli iki yaşındaki inançsız olduğunu söyleyen bir mühendisten sonra bu ikinci oluyordu. İçimin cız ettiğini hissettim. Böyle devam ederse, âhiretini ebediyen kaybedecek bir adamla yan yana oturuyordum. Bana kapıyı kapatmıştı ama mutlaka bir şeyler anlatmalıydım. “Arkadaşım! Ben demokrat kişiliğe sahip bir insanım. Senin inançsız birisi olmana da saygı duyarım. Kimseyi inanmaya zorlamak gibi bir vazifemiz yok. Allah bile kullarını inanmaya zorlamamış. Sadece doğruyu ve yanlışı göstermiş. İnsanları da inanma noktasında serbest bırakmış. İnanıp gereğini yapan öbür âlemde mükâfatını, inanmayanlar da cezasını görür. Burası bir imtihan dünyasıdır.” dedim.
“Bunlar saçma sapan şeyler. Hiç Allah’ı gören hiç kimse olmuş mu? Hiç âhirete gidip de gelen var mı? İnsan doğar, büyür, hayatını bir şekilde yaşar ve ölür. Hepsi bu” dedi. “Sen mühendis bir adamsın. Hiç şu uçak bir mühendis olmadan meydana gelir mi? Yazarsız bir kitap, ustasız bir bina olur mu? Her şey görmemize bağlı değil. Akıl gözünü de kullanmak lâzım.” diye konuşurken, ön koltukta oturan dekolte kıyafetli açık bir bayan geriye döndü ve “Sohbetinize katılabilir miyim?” dedi ve inanmadığını söyleyen genç adama hitaben “Sen nasıl bir insansın? Hiç Allah olmadan bu kâinat olur mu? Âhiret olmadan bu dünya hayatının bir anlamı kalabilir mi?” diye bir hayli şeyler söyledi. Sağ yanımda oturan genç bayanla biz onların tartışmalarını dinlemeye başladık. İş uzayınca araya girdim ve onları sakinleştirici sözler söyledim. Bizim olduğumuz yer neredeyse bir medreseye dönmüştü. Biraz sonra sustular.
Yanımda oturan bayanın babası iki ay önce vefat etmiş. İnançlı biriydi. Ölüm hadisesinin tesiri üstünde devam ediyordu. Bu sefer ona hitaben bazı gerçekleri anlatmaya başladım. Hepsini tasdik ediyordu. İzmir’e yaklaşırken kendisine Hastalar Risalesini, eşine de Küçük Sözleri hediye ettim. Bir de Bediüzzaman Kimdir? broşürünü verdim. Çok memnun olduğunu ve mutlaka okuyacağını söyledi.
Önde oturan açık bayana da Hastalar Risalesini verdim. memnuniyetle kabul etti. Sol yanımda oturan ve inançsız olduğunu söyleyen genç mühendise “İstersen bir tane de sana vereyim. Belki şöyle bir bakarsın.” dedim. “Olur. Alayım da annem okusun.” dedi. “Fark etmez. Hepimiz için faydalı bir kitap.” diyerek vedalaştık. Bir saatlik uçak yolculuğuna üç kişilik bir hizmet sığmıştı, elhamdülillah. Bu da, Allah’ın fazlından bir lütuf ve ikramdı. (Devamı yarın)
asyanur.info samicebeci.net (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile canlı Risale-i Nur dersleri)