Altı yüz yirmi dört sene gibi çok uzun bir ömre sahip olan Osmanlı Devleti, duraklama, gerileme ve Tanzimat’tan sonra hızla çöküşe doğru sürüklenmeye başlamıştı.
Hilâfet merkezi olması hasebiyle, İslâm âlemi tespihinin imamesi konumundaki Osmanlı’yı bu çöküşten kurtarmak, eski satvet ve şevketine kavuşturmak için, Osmanlı aydınları tesirli çareler araştırıyor ve tekliflerini ortaya koyuyorlardı.
Osmanlı’nın son dönemlerinde dünyaya gelen, Meşrutiyet, İttihat ve Terakki ve Cumhuriyet dönemlerini görüp yaşayan ve bir asra yakın ömre sahip olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de, o münevverlerin arasındaydı. İttihad-ı İslâm ve ümmet çizgisinde şekillendirdiği çözüm tekliflerini ileri sürüyor ve ırk esasına dayalı ulus devlet fikrinin, Osmanlı Devletini çöküntüden kurtarmasının mümkün olmadığını söylüyordu.
Gerçekten dediği çıkmış ve 2. Abdülhamid Hanın otuz üç sene ayakta tutmayı başardığı Osmanlı’yı, İttihat ve Terakki Fırkası, yanlış fikir ve uygulamaları yüzünden on sene gibi kısa bir sürede parçalanmasına sebep olmuşlardır.
Osmanlı’nın çökmesinden Cumhuriyetin ilânı öncesine kadar, siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyan ve o güne kadar bir İslâm âliminin, o günün şartları içinde yapması gereken çeşitli hizmetleri, en kâmil mânâda icra etmeye canla başla çalışan Bediüzzaman Hazretleri, daha sonra tarzını ve hedefini değiştirip, Yeni Said tabir ettiği bir döneme başlar. Çünkü, Peygamber Efendimizin (asm) “Siz âhirzamanda gelecek dehşetli şahısların icraat zamanına yetişirseniz, onlara siyaset yoluyla galebe etmeye çalışmayın. Onları mağlup edecek ancak iman ve Kur’an hakikatleridir.”mealindeki hadis-i şeriften dersini almıştı.
Doğruda doğruya Allah’ı inkâr fikrini ve dinsizliği esas alarak, bütün semavi dinlere harp ilân eden komünizm ve Süfyanizim cereyanlarına karşı, elbette iman hakikatlerini ispat ederek mukabele etmekten başka çare yoktu. Onun için, daha önce siyaset yoluyla dine hizmet etmeyi ön plana çıkaran Bediüzzaman, yeni ortaya çıkan şartları dikkate alarak ve hâlin icabına uygun hareket etmek maksadıyla tarzını değiştirmiş ve doğrudan iman hakikatlerini ispat etmeye yönelmişti. Kendi şahsını ve manevi kimliğini sürekli geri plana atan ve Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini nazara veren Üstat, Kastamonu Lâhikasında şu açıklamayı yapar: “Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, her şeyi kendi hesabına aldığı için faraza hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek, diye tahmin ediyorum.” Görüldüğü gibi, hâlin icabı gereği meydana gelen bir feragat söz konusudur. Vazifeli olduğu halde, siyaset âlemindeki vazifesinden, şartların zorlamasıyla bir geri çekilme mecburiyeti vardır. Bu sözlerin sahibi olan Bediüzzaman da, hayatında aynı şeyleri yapmak durumunda kalmıştır. Bu açıklamalardan bâzı gerçekleri yeteri kadar anlamak lâzımdır.
asyanur.info samicebeci.net (YouTube-Sami Cebeci videoları)