1. Cihan savaşında mağlup sayılarak parçalanan Osmanlı Devletinin bıraktığı topraklar üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, öteden beri devam eden Türkçülük fikirlerinin etkisinde kalan devlet adamlarının tercihiyle, Türk milliyetçiliği üzerine kurulmuş, ulus devlet anlayışıyla, milletin ortak paydası olan İslâm yerine, Türk milliyetçiliği esas alınmıştı. Bilinçli bir şekilde Türkçülük fikri İslâm’ın yerine ikame edilmiş, öz Türkçecilik adı altında dilimize mal olmuş İslâmî terimlere savaş açılmış, hatta ezana ve ibadetlere müdahale etmeye varıncaya kadar ifrata gidilmişti.

“Ne Arabın yüzü, ne Şam’ın şekeri.”gibi bâtıl ve ırkçı bir yaklaşımla, güney tarafındaki dindaşlara kin ve düşmanlık tohumları ekilmişti. O günün devlet adamlarının bu ırkçı yaklaşımlarını gören Bediüzzaman “O cenup etrafları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur’an nuru var; İslâm’ın ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur. İşte o dindaşlara adavet (düşmanlık) ise, dolayısiyle Kur’an’a dokunur. İslâmiyet ve Kur’an’a adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamakattır (ahmaklıktır).”diyerek, gerekli ikazları yapmak zorunda kalmıştı.

Tespitleri doğruydu. Çünkü, ırkçılık perdesi altında din düşmanlığı esas alınmıştı. Milleti dinin geri bıraktığı fikri telkin ediliyordu. Bu yüzden millet dinden uzaklaştırılacak ve böylece muasır milletler seviyesine ulaşılacaktı. “Bir Türk dünyaya bedeldir.” “Ne mutlu Türküm diyene!” “Türk öğün, çalış, güven.” “Türk milleti zekidir, çalışkandır.” “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”gibi laflarla, ferdin enâniyetine nev’in enâniyeti de ilâve edilerek, Türklük gurur ve şuuru pompalanıyordu. Bunlar, toplumda nefsâni bir zevk ve uğursuz bir kuvvete vesile olduğundan kısmen taraftar buluyor ve İslâmi birliğe perde oluyordu.

Halbuki, Türk olmanın müstakillen hiç bir anlamı yoktu ve hakikate göre de bir anlam ifade etmiyordu. Ateist ve Şamanist bir Türk’ün zatında hiç bir kıymeti görünmüyordu. Kim olursa olsun, insana değer kazandıran şey, iman, ibadet ve takva idi. Allah katında en makbul olan, Allah’tan en çok korkan ve takva sahibi olandı. Sadece Türk olmak bir üstünlük vesilesi olamazdı.

Bu çerçeveden bakıldığında, Türklük gurur ve şuurunun bir mantığı yoktu. Kuru bir Türkçülük fikrinin rağbet bulmadığını gören ırkçılık fikrinin mensupları “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız.”demeye başladılar. Güya, Türk-İslâm senetezi yaptılar. Evet, sosyal hayatın gerçekleri, ırkçılık yapanları geri adım atmaya mecbur etmişti.

Bu hakikati nazara veren Bediüzzaman, İslâm dinini tahrip etmek isteyenlerin durumunu izah için şu açıklamayı yapar: “Gariptir, hem çok gariptir. Yedi yüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur’an’ın elinde şerefşiar ve bârikaâsa bir kılıç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeairine karşı istimal etmeye çalışır. Fakat muvaffak olmaz ve geri çekilir. ‘Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor.’diye gelen rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar s. 515)

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları)

Views: 0