İslam ve Kur'an

TÜRKİYE DÂR-ÜL HARP DEĞİLDİR- 2

(Dünden devam)

Şafii mezhebi âlimlerince dâr-ül İslâm üç kısımdır: 1- Müslümanların ikamet ettiği ülkeler. 2- Müslümanların fethedip gayr-ı Müslim ahalisini vergiye bağlayıp iskan ettiği yerler. 3- Önceleri Müslümanların ikamet ettiği fakat daha sonra gayr-ı Müslimlerin istilâ edip hâkimiyetleri altına aldıkları ülkeler.

Üçüncü ve son görüşe göre bir ülke bir kere dâr-ül İslâm olduktan sonra, artık o özelliğini aynen muhafaza eder ve kesinlikle dâr-ül harp ve dâr-ül küfür sayılmaz. Buna göre, dört yüz sene İslâm hâkimiyeti altında kalan Balkan ülkeleri dahi dâr-ül harp ve dâr-ül küfür olarak kabul edilemez.

İmam-ı Âzam Ebu Hanife’ye göre, bir dâr-ül İslâmın dâr-ül harbe dönüşmesi için üç şartın bir arada olması lâzımdır: 1- O ülkenin dâr-ül harbe bitişik olması. 2- İşgal altındaki ülkede gayr-ı İslâmî hükümlerin icra ve tatbik edilmesi. 3- Orada emniyet ve selâmet içinde yaşayan bir Müslüman veya gayr-ı Müslim vatandaşın kalmamış olması. Bu şartlarda birisi veya ikisi mevcut olur da, sadece bir şart bâki kalırsa, o ülke yine dâr-ül İslâm kalmaya devam eder.

Yine Ebu Hanife’ye göre, gayr-ı Müslimlerin istilâ ve işgali altında bulunan bir İslâm beldesinde, Müslümanlar veya gayr-ı Müslimler can ve mal emniyeti içinde yaşayabiliyorsa, gayr-ı Müslim hâkimiyeti tam olarak yerleşmemiş olacağından, o ülke dâr-ül harbe dönüşmez ve dâr-ül İslâm olarak kalır. Bu görüşlerden farklı olarak sadece Hanefi âlimlerinden İmam-ı Muhammed ve İmam-ı Ebu Yusuf demişler ki; o yerde gayr-ı İslâmi hükümlerin tatbik edilmesiyle o belde dâr-ül harbe dönmüş olur. Yani, gayr-ı Müslim olan bir hükümdarın istilasına mâruz kalmakla dâr-ül harp haline gelir. Ancak ümmetin takip edeceği yol, bütün müçtehitlerin caddesidir, dar yollar değildir.

Bahsi geçen fetvalara göre, gerek Şafii âlimlerinin, gerekse Hanefi âlimlerinin büyük ekseriyetinin içtihatlarıyla meseleye bakıldığında, Türkiye dâr-ül harp değil, dâr-ül İslâmdır. Günde beş defa Ezan-ı Muhammedi’nin (asm) binlerce camiden gök kubbeyi çınlattığı, binlerce Kur’an kursu ve yüzlerce İmam-Hatip Lisesinin açık olduğu, İlâhiyat Fakülteleri, yüz bin camisi ve Yüz kırk bin din adamı kadrosuyla dinî hizmetlerin serbestçe yapıldığı, dinî kitapların ve İslâmî tebliğin  hür bir zeminde inkişaf ettiği Müslüman bir Türkiye nasıl dâr-ül harp sınıfına dahil edilebilir? El insaf!

Bediüzzaman Hazretleri 1930 yıllarında Ezanın, hutbenin ve Kur’an’ın Türkçe okutulmak istenildiği bir ortamda bile “Dâr-ül harpte çok şeylere cevaz olabilir ki, diyar-ı İslâmda mesağ olamaz (izin verilemez) demekle, Türkiye’yi İslâm diyarı kabul etmişken, hem o günün şartlarında yazdığı mektuplarında ve mahkeme müdafaalarında ve 1950 demokrasi döneminde her zaman “Bu millet-i İslâmiye” “Hükümet-i İslâmiye” “Devlet-i İslâmiye” tabirlerini kullanmışken; kimin haddine düşmüş ki, bu Müslüman ülkeyi kaybedilmiş, yabancılaşmış bir ülke görsün ve dâr-ül harp ilân etsin! Evet, Türkiye bir İslâm diyarıdır ve kıyamete kadar da bu kimliğini koruyacaktır, inşaallah.

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile her akşam canlı Risale-i Nur dersleri)

Reklam

Yorum Yap