İslâm dinini gerek hal diliyle gerekse kal diliyle tebliğ etmek, her Müslüman için bir vazifedir.Ancak Cenab-ı Hak kullarını hür iradesiyle tercih yapmakta serbest bıraktığı için, elbette insanları zorlamak gibi bir durum söz konusu değildir. Bu bakımdan, Maide Suresi 99. ayette mealen “Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir.”buyrulmuştur.
Bahsi geçen hakikati nazara veren Bediüzzaman “Madem hakikat budur; insan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.”der. Buna örnek olarak Sultan Celâleddin-i Harzemşah’dan bahseder. Moğol imparatoru Cengiz Han’a karşı savaşa giderken vezirleri kendisine “Allah seni Cengiz’e karşı muzaffer edecek.”demişler. O demiş “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmekle vazifeliyim. Cenab-ı hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlup etmek Onun vazifesidir.”demiş. İşte o zat, bu teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.
Bu önemli noktaya binaen, insan kendine ait olan tebliğ vazifesinde âzâmi şevk ve gayretle çalışmakla birlikte, Allah’a ait olan neticelere hareketini bina etmemelidir. Neticeleri Allah’ın hikmetine bırakmalıdır. İman ve Kur’an hizmetinde elden gelen bütün gayreti gösterdikten sonra, ortaya çıkan sonuca kanaat etmelidir.
Bahsi geçen önemli noktayı nazara veren Bediüzzaman, Sevgili Peygamberimizi (asm) örnek gösterip “Rehber-i ekmel olan Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam “Peygambere düşen ancak tebliğdir.”olan ferman-ı İlâhiyi rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ve gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü “Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir.”mealindeki ayetin sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenab-ı Hakkın vazifesidir; Cenab-ı hakkın vazifesine karışmazdı.”demektedir. Tebliğde ölçü budur ve buna riayet edilmelidir.
asyanur.info