Risale-i Nur Hizmeti

Risale-I Nur Ve Şahs-I Manevîsi

Asr-ı Sadetten günümüze kadar yaklaşık üç yüz elli bin tefsir yazıldığı söyleniyor. Kur’an-ı Kerimin hem ibarelerini açıklayan lâfzî tefsirleri yazanlardan hem de imanî olan hakikatleri ispat ve izah ederek manevî tefsirleri telif eden İslâm büyüklerinden Cenâb-ı Hak ebediyen razı olsun ve bizleri onların şefaatlerine nail etsin, âmin.

Âhirzamanın en son tefsiri ve Kur’an-ı Kerimin bu çağa hitap eden son dersi olan Risale-i Nur’ların, bu tefsirler arasında çok farklı bir yeri vardır. Bediüzzaman Hazretlerinin tespitiyle “Lillâhilhamd, Risalet’ün –Nur bu asrı ve gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’aniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalar ile kör gözlere de göstermiş.” (Kastamonu Lh. s.19) Bahsi geçen hakikatten, Risale-i Nur’ların kıyametin kopma vaktine kadar, iman hakikatlerine hizmet vazifesini ifa edeceği anlaşılıyor.

Kâinatın Efendisi (asm) “Benim ümmetimin âlimleri, İsrail Oğullarının peygamberleri gibidir.”hadis-i şerifiyle, ümmetinin âlimlerinin eski peygamberler gibi çok büyük hizmetler yapacaklarını, peygamber olmadıkları halde, kitleler halinde insanların irşadına vesile olacaklarını haber vermiş. Gerçekten Abdülkadir-i Geylâni (r.a.), İmam-ı Rabbanî (r.a.) ve İmam-ı Gazalî gibi yüzlerce hatta binlerce âlim ve kutup şahsiyetler, yazdıkları eserler ve meydana getirdikleri icraatlarıyla, bu hadis-i şerife mazhar olduklarını göstermişlerdir. Onların zamanları ferdiyet asrı olduğu için, hem şahısları hem eserleriyle Allah’ın tensibiyle ümmetin imdadına koşmuşlar ve nokta-i istinat olmuşlardır.

Ancak, Üstadın ifadesiyle “Bu asır cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet şahs-ı maneviye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.” (Kastamonu Lh. s.19) Bu hakikate binaen, kendi şahsını değil, Risale-i Nur’u ve onun şahs-ı manevisini öne süren Üstad, “Fert ne kadar dâhî hatta yüz dahi derecesinde de olsa, bir cemaatin şahs-ı manevisini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı manevisine karşı mağlûp düşer.”demektedir. Zira şahıslar fâni, şahs-ı maneviler ise bâkidir. Eski zamanların büyük şahsiyetleri yerine, bu zamanda Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi o vazifeyi görmektedir.

“Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkülatlı ve dehşetli şerait (şartlar) içinde, bir şahs-ı manevi hükmünde bulunan Risalet’ün Nuru ve sırr-ı tesanüt ile bir ferd-i ferit mânâsında olan şakirtlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş.” (Kastamonu Lh. s.21) tespitleri çok önem arz etmektedir.

Bu makamda önemli bir noktayı nazara almak lâzımdır. “Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak fakat birisi kurtulacak.”hadis-i şerifiyle, Ehl-i Sünnet Vel Cemaat denilen büyük taife haber verilmektedir. Diğerleri fırak-ı dalle olarak tanımlanmıştır. Yani hak yolu terk eden sapık fırkalar kastedilmiştir.

Ehl-i Sünnet Vel Cemaat bir şahs-ı manevidir. İtikatta İmam Matürüdî ve İmam Eş’arî Hazretlerine, amelde dört mezhep imamına mensupturlar. Bunun içine on iki hak tarikat ve kolları da dâhildir. Hiçbir mezhep ve hak tarikat tek başına Ehl-i Sünnet Vel Cemaatin şahs-ı manevisini temsil edemez ve böyle bir iddiada bulunamaz. Aksi olsa, kendi dışındakileri kötülemiş olur. Ancak mezhep ve tarikatların da birer şahs-ı manevileri olabilir. Aynen öyle de; Risale-i Nur’un da bir şahs-ı manevisi vardır. O şahs-ı maneviyi umum Risale-i Nur Talebeleri temsil eder. Amerika’dan Avustralya’ya, Japonya’dan Brezilya’ya kadar dünyanın bütün devletlerinde hizmet eden Nur Talebeleri, o şahs-ı maneviyi hem temsil hem Nurları tebliğ eden fertler makamındadırlar. Bunun altında farklı isimlerle anılan Nur grupları vardır. O grupların dahi birer şahs-ı manevileri bulunur. Ancak o gruplardan hiç biri “Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini sadece biz temsil ediyoruz.”iddiasında bulunamaz. Aksine bir hareket, adalet, hak ve insaf ölçüleriyle kabil-i telif olamaz.

Risale-i Nur grupları içinde adalet, hürriyet ve meşvereti esas alan Yeni Asya Ekolünün de bir şahs-ı manevisi vardır. İhlâs, sadâkat ve tesanüdü en temel değer olarak görüp uygulamaya çalışan bu ekol, Risale-i Nur’un medyadaki dili ve naşir-i efkârı olmak özelliğiyle, Risale-i Nur ve Nurculuğa gelen ve gelebilecek olan her türlü hücumları püskürtmek ve doğru Nurculuğu temsil ve tebliğ etmek vazifesiyle mükellef olduğunun şuurundadır. Bunun dışındaki şeyler tâli ve önem sırasına tâbidir.

Reklam

Yorum Yap