İnsan fıtraten mükerrem yaratıldığından, sürekli hak ve doğru olan şeyleri arar ve hayır ve iyiliğe taraftar olur. Bazen şer ve bâtıl eline geçer, tefrik ve temyiz edemediğinden hak diye eline alır ve koynunda saklar.
İmtihanına vesile olması için mahiyetine verilen nefs-i emmâre ise, hiçbir zaman hayra taraftar değildir ve daima kötülüğü emreder. “Senin en zararlı düşmanın, iki göğsünün arasındadır.”hadis-i şerifi, nefs-i emmâreye işaret etmektedir.
Nefs-i emmâre, nefs-i levvame, nefs-i mardiye, nefs-i mutmainne, nefs-i mülheme ve nefs-i radiye gibi tabakaları olan nefsin; tasaffi ve tekemmül etmesi halinde, ihtiyaç olduğu zaman, Cenab-ı Hak tarafından bir takım hakikatler ona ilham olunur. Allah ondan razı, o da Rabbinden razı olma makamını elde eder.
Böylesine yüksek bir dereceye ulaşmak için tahkiki bir iman şuuru ve sürekli bir mücahede şarttır. Yoksa nefis, bin bir türlü hile ve tuzaklarla sahibini mağlûp eder ve Allah’tan uzaklaştırarak şeytana arkadaş eder.
“Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimat eden bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören bahtiyardır.”tespitini yapan Bediüzzaman “İnsan, evvelâ ve bizzat nefsini sever ve her şeyi nefsine feda eder. Belki Mabud’a lâyık bir tarzda nefsini medih ve sena eder. Hiçbir zaman kusuru kendine almaz. Avukat gibi daima kendini müdafaa eder.”ifadeleriyle de nefsin en tehlikeli cihetlerini nazara verir.
Terbiye edilmemiş nefislere sahip olan şahıslar, mensubu olduğu millet ve topluluk içinde habis bir ur gibi problemlerin odağını oluştururlar. Cenab-ı Hak, cümlemize nefislerimizi ıslah etmeyi nasip etsin ve bu husustaki gayretlerimizi arttırsın, âmin.
asyanur.info