2. Meşrutiyetin ilanı yılları öncesi ve sonrasında Tanin, İkdam ve Volkan gibi muhtelif gazetelerde, değişen ve gelişen sosyal hayatın problemlerine Kur’an eczanesinden reçeteler sunan Bediüzzaman Hazretleri; müminlerin nâşir-i efkârının, bütün dinî kitaplarla birlikte, i’lâ-yı Kelimetullahı asıl maksat yapan günlük dinî gazeteler olduğunu söylüyordu.

31 Mart 1909 ayaklanma hadisesi münasebetiyle çıkarıldığı askerî sıkı yönetim mahkemesinde “Şeriat isteriz!” diyenlerin asıldığı ve mahkeme bahçesinde idam edildiği bir atmosferde, aynı gerekçeyle yargılanan Bediüzzaman “Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakâikta nihayet derece musırrım (ısrarlıyım). Şayet zaman-ı mazi canibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adâletnâme-i şeriatla  dâvet olunsam; neşrettiğim hakaikı (hakikatleri) aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidat-ı ukalâ mahkemesinden tarih celpnâmesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri tevessü ve inbisat ile çatlayan yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, ‘Hakikat tahavvül etmez (değişmez); hakikat haktır.’ Millet uyanmış; mugalâta ve cerbeze ile  iğfal (yanıltılsa) olunsa da devam etmeyecektir.  Hakikat telâkki olunan hayalin ömrü kısadır.  Feveran eden efkâr-ı umumiye (kamuoyu) ile, o aldatmalar ve mugalâtalar dağılacaktır. Ve hakikat meydana çıkacaktır, inşaallah.” (Divan-ı harb-i Örfi s. 50) diyordu.

Hakkın hatırını yüce tutarak hiç bir hatıra feda etmeyen ve ecel birdir tagayyür etmez diyerek korkusuzca yalnız gerçekleri haykıran o kahraman insan; İstanbul’un İngilizler tarafından işgali yıllarında da hakkında “Vur!” emri çıkarıldığı halde, yine gerçekleri söylemiş ve yazdığı Hutuvat-ı Sitte adındaki eseriyle, İngilizlerin bütün planlarını darmadağın etmiştir.

Dinî gazeteleri, dinî nasihatlerin en tesirli vasıtası olarak gören Bediüzzaman; basın camiasını kamuoyuna doğru tercüman olmaya dâvet ediyor ve genel ahlâka aykırı olan yayın yapmaktan vazgeçmeye çağırıyordu. “Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumi-i müşterek-i milleten bîtarafâne çıkmalı. Ve matbuat nizamnâmesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i halise tanzim etmeli. Halbuki, siz iki kıyas-ı fâsitle (bozuk kıyasla), yani taşrayı İstanbul’a ve İstanbul’u  Avrupa’ya kıyas ederek efkâr-ı umumiyeyi (kamuoyunu) bataklığa düşürdünüz. Ve şahsi garazları ve fikr-i intikamı uyandırdınız.” (Divan-ı Harb-i Örfi s. 25) diyerek, hem gerekli ikazları yapıyor, hem de genel anlamıyla gazetecilerin dikkat etmesi gereken genel esasların çerçevesini çiziyordu.

O günlerden bu günlere yayın hayatına giren yüzlerce gazete oldu. Bazıları tutunamayıp çok kısa bir zaman sonra basın mezarlığına gömülüp unutulup gittiği gibi, bazıları da devlet destekli muazzam teşvik kredileriyle hayatını devam ettirmeye çalışıyor. Bu milletten toplanan vergiler, bir kısım yetkili makamlar tarafından basına bol keseden dağıtılıyor, tâ ki onların şerrinden korunsunlar.

Hakikaten çok az istisna olan gazeteler hariç, genel anlamda haysiyet kırıcı yayınlarıyla İslâm ahlâkını bozan ve kamuoyuna yalancı tercümanlık yapan bir kısım gazeteler ve diğer medya kuruluşları veya resmi ideoloji ile uyum içinde neşriyat yapan bir kısım sağ cenahtaki medya organları yüzünden, medya camiasındaki kalite ve seviye tartışılır hale geldi.

Bu hakikatlere binaen, daha fazla milletin genleriyle oynamadan, medya organlarının kendilerine çeki düzen vermelerinin zamanı geldi ve geçiyor bile. Aksi takdirde, bu gidişatın her iki dünyadaki vebali ve zararları telâfi edilemeyecek bir noktaya doğru gidiyor.

asyanr.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile her akşam canlı Risale-i Nur dersleri)

Views: 0