“Bir gün İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve o ordu ne güzel ordudur.”hadis-i şerifiyle istikbalden haber veren sevgili Peygamberimizin (asm) bu müjdesine mazhar olmak için, Emevi Devleti zamanından başlayarak İstanbul defalarca kuşatma altına alındı. Nihayet bu Peygamber övgüsüne, yirmi bir yaşındaki Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri ve ordusu mazhar oldu. 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul fethedildi. Böylece, Orta Çağ dönemi kapandı ve Yeni Çağ denilen bir devir başladı. Fatih Sultan Mehmet Han, bütün dinlere ve mabetlerine serbestiyet ve hürriyet tanıdı. Fetih hakkı olarak da, Ayasofya Kilisesini camiye çevirdi.
Hadis-i şerife göre, İstanbul ikinci defa Büyük Mehdi tarafından fethedileceği müjdelenmiştir. Ancak bu fetih maddî değil, manevî olarak gerçekleşecektir. Manevî fetih, fen ve felsefeden gelen dehşetli bir dalâlet ve dinsizlik cereyanı ile kalpleri yaralanan ve imanları zedelenen milyonlarca Müslüman’ın, tahkiki iman hakikatleri ve dersleriyle büyük bir manevî tamir şeklinde olacaktır. Bu mânâları Bediüzzaman Hazretleri “Risale-i Nur, yalnız cüz’i bir tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor, belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit aletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumi ve efkâr-ı ammeyi ve umumun, bahusus avam-ı mü’mininin istinatgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeairlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi, Kur’an’ın i’cazıyla o geniş yaralarını, Kur’an’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.” (Kastamonu Lâhikası s. 55)demektedir.
Kur’an-ı Kerimin bu çağa hitap eden son dersi olan Nur Risaleleriyle, zındıka cereyanının ve dinsizliğin belini kıran, imanın altı şartını aklen ve ilmen iki kere iki dört katiyetinde ispat ve izah eden Bediüzzaman Hazretleri ve umum Nur Talebeleri; başta İstanbul olmak üzere, Türkiye’de ve elliden fazla dile çevrilerek dünya çapında hizmetlere vesile olmaktadırlar. Milyonlarca insanın imanlarının kurtulması ve kuvvetlenmesi, yurtdışında ise nice insanın İslâmiyetle tanıştırılarak Müslümanlığı seçmesine vasıta olunması öyle bir hadisedir ki, dünyanın en büyük meseleleri bu hadise karşısında çok sönük düşer. Çünkü dünya meseleleri burada kalır, iman kurtarma hizmetleri ise, her mümine en az dünya büyüklüğünde ebedi bir cenneti kazandırır. Manevî fetihlerin neticesi budur.
Hafız Ali (r.a.) Ağabeyin mektubunda ifade ettiği, Hazret-i Peygamberin (asm) Hadis-i Şerifinde beyan ettiği “Manevî fütuhat yapmak ve zulümatı (karanlıkları)dağıtmak zaman ve zemini hemen hemen gelmesi”fıkrasına Bediüzzaman “Bütün ruh-u canımızla rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur Şakirtleri ise, vazifemiz hizmettir, vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle, bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, kemiyete değil, keyfiyete bakmak; hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih etmeye sevk eden dehşetli esbap altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüz binlerce bîçarelerin imanlarını kurtarması ve her biri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakiki mümin talebeleri yetiştirmesi Muhbir-i Sâdık’ın (asm) ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat ile ispat etmiş ve ediyor; inşaallah daha da edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu çıkaramaz.” (Kastamonu Lâhikası s.141) müjdesini vermektedir.
Bahsi geçen manevî fetihlere, sair ehl-i hizmet cemaatleriyle birlikte, özellikle Risale-i Nur dâvâsına gönül vermiş ve hayatlarını adamış bütün Risale-i Nur grupları mazhardır. Zaten böylesine ağır bir yük ancak birlikte taşınabilir. Hiçbir grup kendisini dev aynasında görmemelidir. İman hizmeti inhisar kabul etmez. Tevazu ve tesanüt bu hizmetin temel taşıdır. Maksatta ittifak etmek vazgeçilmez bir esastır. Tekebbür edenler önce kendilerine zarar verirler. İhlâs ise, her şeyin ana direği ve ruhudur.