Risale-i Nur Hizmeti Hatıralar Geçidi

KÖŞE YAZARLIĞI SERÜVENİM (HATIRALAR GEÇİDİ- 53)

Hac ibadetinden döndükten sonra, 1994-1995 eğitim sezonu başında, aramızda çekilen kura gereği Fidan dershanesine geçtim. Çevre okul ve yurtlardan gelen gençlerle ilgilenmeye başladık. Öğle arası gelen gençlere hem yemek hazırlıyor hem onlarla Risale-i Nurlardan dersler yapıyor, akşamları da o semtin ev derslerine katılıyorduk. Çok hummalı bir çalışmayı gruplar halinde gerçekleştiriyorduk.

Eskiden çok seyrek de olsa, gazetemize yazılar gönderirdim. Dosya kâğıtlarına yazar ve fax cihazıyla yollardım. Rıfat Turgut adında bir genç kardeşim bir defter verdi ve “Ağabey! Bundan sonra bu deftere yaz. Yazıların kaybolmasın. İleride belki değerlendirilir.” dedi. Ben de öyle yaptım. Çok geçmeden defter kısa zamanda doldu. Haftada beş gün yazıyor, gazete ise köşe yazısı olarak basıyordu. Sanki gizli bir el, arkadan kalemi itiyordu. Köşemin adını da “Parıltı” koymuştuk. Çünkü, Risale-i Nur’dan akseden hakikatlere aynalık yapan makaleler konumundaydı.

Gazeteye yazı yazmanın, talebelerle meşgul olmanın ve semt derslerine katılmanın yanı sıra, çevre il ve ilçelere de ziyaretlere gidiyorduk. O illerden birisi de Çankırı idi. Bir ara, bir kardeşin minibüsüne binerek on bir kişi, bir Cuma akşamı derslerine katılmak için gittik. 1994 yılının Kasım ayı idi. Yatsı namazımızı dershanede kılarken, önceleri Yeni Asya temsilciliğimizi yapan Ömer adında bir genç geldi ve “Derhal dershaneyi terk edin. Yoksa kavga çıkar.” dedi. Hepimiz şaşırmıştık. Kocatepe’deki Bediüzzaman Mevlidine gelen kardeşlerin dâveti üzerine buraya gelmiştik. Nur Talebesi değil, sıradan insanlar olsaydık bile, Allah misafirine bu hareket yapılmazdı. Ömer bizi tehdit ederken yüzü kireç gibi bembeyaz olmuş ve öfkesinden titriyordu. “Artık biz sizinle çalışmıyoruz. Ankara’dan başka ağabeylerle birlikte çalışıyoruz. Sizi kim buraya dâvet ettiyse onların yanına gidin.” diye, bağırıp duruyordu.

Halbuki, o dershaneyi biz kurmuş ve biz dayayıp döşemiştik. Yeni bir imtihanla karşı karşıya olduğumuz çok açıktı. İlk şaşkınlığımız geçtikten sonra, öğretmen olan Sefer Şahin Hocayı aradım. “Ben hemen geliyorum, beni bekleyin.” dedi. Fakat, Ömer adındaki gencin tavırları çok bozuktu. Bir mümine yakışmayacak şekilde hareket ediyor ve yüksek sesle bağırıyordu. İşin tadı kaçmıştı. Minibüse binerek dershaneden ayrıldık. Yolda Sefer Hoca ile karşılaştık. Onu da arabaya alarak durumu anlattık. Çok üzülmüştü. Yapılan hareket çok ağırına gitmiş ve çok mahcup olduğunu söylüyordu. Telefonla, Yapraklı ilçesindeki öğretmen Osman Hocayı aradık. “Bizim eve gelin.” diye dâvet etti.

Osman Hocanın evinde tam üç saat Ömer’in  yaptıklarını ve cemaat değiştirmesini konuştuk. Böyle bir durum, hizmet hayatımda ilk defa başıma geliyordu. Osman Hoca “Bu fikri, Ömer’e ben verdim. Bu hizmetin kökü gazete ise, hizmetin dallarına su gitmez.”dedi. “Osman! Sen neler söylüyorsun? Bu hizmetin kökü, Anadolu’daki cemaatimiz ve Nur dershaneleridir. Cemaat çalışır ve dershaneler aktif olursa, ancak gazetemiz ve diğer neşriyatımız canlılık kazanır. Sizin tercihinize saygı duyarım fakat bu fikrinize katılmam mümkün değildir. Kim, Yeni Asya grubu ile çalışmak istiyorsa bilelim ve ona göre hareket edelim. Hiç biriniz bizimle birlikte olmasa bile, bir memur tayin ettirir ve üç ay içinde Yeni Asya bayrağını dalgalandırırız.” dedim. Sefer Hoca ve iki arkadaşı bizimle çalışacaklarını söylediler. Osman Hoca onlara katılmadı ve Ömer ile çalışmayı tercih ettiğini söyledi. Seneler sonra duyduk ki, onun da Ömer ile arası açılmış ve o zamanki adı  Hoca Efendi Cemaati olan başka bir gruba geçmiş. Ne diyelim, imtihan içinde imtihanlardan geçiyoruz. Oradan üzgün bir halde ayrıldık. (Devamı yarın)

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile canlı Risale-i Nur dersleri)

Reklam

Yorum Yap