(Dünden devam)

İnsan diline verilen konuşma vazifesi ise tam bir hârikadır. Konuşmak ve maksadını ifade etmek insana mahsus bir özelliktir. İnsan dışındaki canlıların böyle bir özelliği yoktur. Onlar farklı sesler çıkararak anlaşırlar.

Konuşmak için sadece dilin olması yetmez. Ses de olması gerekir. Bunun için gırtlakta titreşme özelliğine sahip ikisi sabit ve diğer ikisi hareket eden ses telleri yaratılmıştır. Akciğerlerde vazifesi biten ve kirlenen nefes dışarı atılırken, ses tellerini titreştirerek çıkar ve dilden kelimeler şeklinde dökülür.

İnsanlar sayısınca farklı sesler kalın, orta ve ince olarak her insana mahsus ihsan edilmiştir. Bas, bariton ve tenor olarak isimlendirilen bu ses tonlarının sanat dünyasında kullanımı, insanı hayretler içinde bırakmaktadır. İki ses telinin farklı yaratılmasından, insanlar sayısınca farklı sesler meydana getirilmektedir. Bu yüzden, tanıdığımız bir kişinin öksürmesinden ve görmediğimiz halde telefondaki sesinden onu hemen tanıyabiliriz.

Nihayetsiz bir ilim, irade ve kudreti gerektiren bu hârika işleri nazara veren Bediüzzaman Hazretleri: ” Hadsiz zihayattan bir insanın yüz cihazatından bir tek cihazı olan lisanı (dili) bir et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, fâidelere alet oluyor. Taamların (yiyeceklerin) zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek ve rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına (mutfaklarına) dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler vazifesinde kalbe ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak ve kat’i bir surette ihatalı (kuşatıcı) bir ilme delâlet ve şehadet eder.” (Şualar s. 544) demektedir.

Cenab-ı Hak, insan vücudunda yarattığı zâhiri ve batınî duygularla, insana verdiği çeşitli nimetlerini, ihsanlarının muhtelif kısımlarını ve rahmetinin tabakalarını insana o aletlerle hissettirip, tattırmak ve böylece Kendini tanıttırmak ve sevdirmek istemiş. Bu imtihan dünyasında, iman ve iyi amelleriyle bu vazifeleri yerine getiren bu duygular, kendine mahsus ibadetlerini yerine getirmiş olur. Meselâ; göz kudret mucizeleri olan varlıklardaki güzellikleri seyrederek ibret gözüyle bakıp Sanatkârına şükreder.

Keza; kulak seslerin her çeşidini ve güzel nağmeleri işitir ve işitme âlemine tecelli eden Cenab-ı Hakkın rahmetini hisseder. Keza; koklama duygusu kokular  taifesindeki rahmetin güzelliğinin farkına varır. Keza; dildeki tat alma duygusu, bütün yiyecek ve içeceklerin ayrı ayrı tatlarını tanıyarak, lezzetini almakla şükür vazifesini yerine getirir.

Yaratılış vazifesine uygun hareket eden bu duyguların, elbette cennet âleminde onlara mahsus mükâfatları olacaktır. Numunelerini bu dünyada tattığı nimetlerin asıllarını orada görecek, tadacak ve ebediyen onlardan cennete lâyık bir tarzda istifade edecektir. Hatta, hadis-i şerife göre “Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de insan kalbinden geçmemiş nimetler dahi ilâve olarak verilecektir.”

Kâfirler ise, bütün organ ve duygularını kötü yolda kullandıkları için, bütün bu nimetlerden mahrum olmakla birlikte, ebedi bir azaba mahkum olacak ve cehennemde temelli olarak kalacaklardır.

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile her akşam canlı Risale-i Nur dersleri)

Views: 0