“Ben göklere ve yere sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım.”kudsî hadisi ile Cenab-ı Hak, bütün kâinata tecelli eden Esma-i Hüsnası ve kudsî sıfatlarıyla insana ve onun kalbine tecelli ettiğini haber vermektedir.
Maddi ve manevi cepheleriyle insan, kâinatın küçük bir örneği ve o muazzam kitabın bir fihristesidir. Nasıl ki bir ağaç meyvesinde, bir kitap fihristesinde, Kur’an-ı Kerim Fatiha Suresinde özetlenmişse, kâinat da insanda özetlenmiştir. Bediüzzaman’ın tespitiyle “Nasıl ki insanın unsurları kâinatın unsurlarından, kemikleri taş ve kayalarından, saçları nebat ve ağaçlarından, bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları, arzın çeşmelerinden ve madeni sularından haber veriyorlar, delâlet edip onlara işaret ediyorlar. Aynen öyle de, insanın ruhu âlem-i ervahtan, hafızaları Levh-i Mahfuzdan, kuvve-i hayaliyeleri âlem-i misalden ve hakeza, her bir cihazı bir âlemden haber veriyorlar ve onların vücutlarına şehadet ederler.” (Lem’alar s. 960)
İnsanın cihazları içinde özellikle kalbi, binler âlemlerin haritası gibidir. Kâinatın had ve hesaba gelmeyen hakikatlerinin mazharı ve çekirdeğidir. İşte bu kabiliyetle yaratılan kalp, şiddet-i zuhurundan gizlenen ve azamet-i kibriyasından görünmez hale gelen Sultan-ı Kâiantı bulmak, âlemlerinin Rabbini tanımak ve Allah’a iman ve ibadet etmekle sorumlu kılınmıştır. Rabbimizi bize tarif eden Kâinat kitabı, Kur’an-ı Kerim, Resul-i Ekrem (asm) ve insandaki vicdan denilen dört büyük şahit vardır. Onların penceresiyle insan, Allah’ı bulmak ve yaratılış maksadı olan iman ve ibadet vazifesini yerine getirmek durumundadır. Zira insan, iman ve ibadetle insan olmanın gereğini yerine getirmiş olur.
asyanur.info