(Dünden devam)

Türkiye cumhuriyetinin tarihinde 1950 yılına kadar demokrasi yoktur. İnsan hak ve hürriyetlerinin askıya alındığı, din ve vicdan hürriyetinin en baskıcı bir anlayışla ve devletin demir yumruğuyla sindirildiği bir dönemdir. Millet iradesinin geçersiz olduğu, sembolik olarak kaldığı ve üç yüz senede yapılması mümkün olmayan din aleyhindeki yıkım ve tahribatların yapıldığı dehşetli bir fitneler devridir. Onun için, o dönemde ülkeyi yönetenler “Tarih bizi diktatör olarak yazacaktır.” deme ihtiyacını hissetmiş ve söylemişlerdir.

1950 öncesindeki uygulamaları ve tatbik edilen resmi ideolojiyi tasvip etmeyen ve meşru muhalefet hakkını kullanan Bediüzzaman Hazretleri “İstibdad-ı mutlaka cumhuriyet nâmını vermekle, sefâhet-i mutlaka medeniyet adını takmakla, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, cebr-i keyfi-i küfriye kanun nâmını vermekle” kimseyi kandırmayacaklarını söylüyordu.

Günümüz Türkiye’sinde, hatta dünya genelinde bir çok konularda kavram kargaşası yaşanıyor. Bilgi yetersizliğinden, cehaletten veya demagoji ve cerbeze yapılarak fitneler üretiliyor. “Ben Müslümanın ama şeriata karşıyım.” diyenler olduğu gibi, demokrasiyi küfür rejimi olarak görüp “Şeriat getireceğiz.” diyerek ortalığı karıştıranlar da görülüyor.

İslâm dininin ta kendisi ve onunla eş anlamlı olan şeriat, cumhuriyet ve demokrasi prensiplerini içine alır. Hiç bir zaman onlarla çelişmez. İslâmî yönetim şeklini, cumhuriyet ve demokrasiye karşı görmek ve istibdat idarelerine müsait göstermek, cehaletin en aşağı derecesini gösterir. Bu gerçeği dile getiren Bediüzzaman “Şeriat âleme gelmiş, ta zalimâne istibdat ve tahakkümü mahvetmek için.” demektedir. Allah’tan başkasına kul olmamak esasını ders veren Kur’an-ı Kerim, hak ve hürriyetlerin en geniş hakikatini tesis etmiştir. (Devamı yarın)

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile her akşam canlı Risale-i Nur dersleri)

Views: 0