Âhirzamanın en dehşetli, tehlikeli ve âfetli bir ifsat ve tahrip döneminde ortaya çıkan, inkâr ve dalâlet selinde sürüklenen insanların manevi kurtuluşunu gaye edinen Bediüzzaman ve telif ettiği Nur Risaleleri, akla, ilme ve ispata dayanan kuvvetli tahkiki imanı umuma ders vermek ve geniş halk kitlelerinin taklit mertebesindeki imanlarını tahkik mertebesine yükseltmek vazifesini üstlendi.
Bu vazife son derece önemli bir görevdi. Zira, toplum fertlerinin çok büyük bir ekseriyeti iman esaslarını inkâr etmiyor, fakat iman etmiş gibi de İslâm dininin icaplarını yerine getirmiyordu. Kafalara giren her bir şüphe ve işlenen her bir günah, kalp ve ruhlarda derin manevi yaralar açmıştı. İmanların tazelenmesine ve beslenmesine ihtiyaç vardı. Çünkü, saksıya dikilen bir çiçek bir kaç hafta sulanmazsa kurur ve ölür. Yahut etrafa ışık saçan bir lâmba, yağ takviyesi yapılmazsa kısa zamanda söner. İman denilen hakikat da, kalp saksısına dikilen bir çiçek veya orada yanan bir ışık gibidir. Günahlardan kaçınarak ve salih amellerle birlikte iman hakikatlerini izah eden derslerle sulanmaz ve takviye edilmezse, elbette bir çiçek gibi solup ölecek veya bir lâmba gibi zamanla fersizleşip, sönecektir.
” Cemiyetin kalp hastalığı iman zayıflığıdır. Ancak onu takviye ile sıhhat bulabilir.” diyen Bediüzzaman bu gerçeği dile getiriyor ve bahsedilen manevi hastalığın tedavisi için de, Kur’an eczahanesinden ilaçlar hükmündeki iman derslerini telif ediyordu. Bu yüzden her türlü meşakkat ve çileye, hapishane ve işkencelere tahammül ediyor ve “Cemiyetin iman selâmeti yolunda bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Eğer cemiyetin imanını selâmette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü, vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” diyordu.
Evet, cemiyetin gerçek bir Allah inancına ihtiyacı vardı. Ne olduğu belli olmayan taklit mertebesindeki bir inanç, fertlere dininin icaplarını yaşatmıyordu. Hakiki bir Allah inancı ise “Kur’an-ı Azimüşşanın ders verdiği gibi, o Yaratıcıyı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinâden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirlerini tanımak ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir.” (Emirdağ Lâhikası 1779 tespiti de, yine Bediüzzaman’a aitti.
Şimdi şuurlu dâvâ adamlarına düşen en büyük bir vazife, kuvvetli iman derslerini devamlı bir şekilde okumak ve millet fertleriyle her türlü vasıtalardan yararlanarak paylaşmaktır. Şartların müsaade ettiği ölçüler içinde tebliğ vazifesini yerine getirmektir. Başkaların da imanlarını kurtarmak ve muhafaza etmekle mükellef olduğunu asla unutmamaktır.
asyanur.info samicebeci.net (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile canlı Risale-i Nur dersleri)