İman ve İbadet

HİDAYETE DÂVET ETMEK

Uçsuz bucaksız fezanın nihayetsiz boşluğunda hareket halinde olan diğer gezegenler gibi, kendisine tayin olunan bir yörüngede seyahat eden dünya gemisi üzerinde yaşayan biz insanlar, çeşitli olaylar arasında geçen bir ömrü tüketmeye doğru koşuyoruz.

Nihayetsiz hayır ve şer işlemeye kabiliyetli bir fıtratta yaratılan ve duygularına sair hayvanlar gibi bir sınır konulmayan insanlardan meydana gelen toplum hayatı içinde bütün zıtlar birbiri içine girmiş. İyilik-kötülük, güzellik-çirkinlik, hayır ve şer gibi birbirine zıt olan hakikatler, cemiyet hayatında aynı anda yaşanabilmektedir.

Cenab-ı Hakkı tanıyıp ona iman ve ibadet etmek için yaratılan ve hangimizin ameli daha güzel olacak diye denenmek üzere bu dünyaya gönderilen insanların, mutlaka tercih etmek durumunda oldukları taraf, elbette iman, ibadet, hayır ve güzellik tarafı olmalıdır. Ancak uygulamaya bakıldığında, genellikle bunun tam tersi görülür. Semavî vahye kulak verip itaat etmek yerine, nefis ve şeytanı dinleyip onlara mağlup olan insanların çoğu, toplum hayatının huzurunu bozan ve tahrip eden birer bozguncu olmaktan kendilerini kurtaramazlar.

Böylesine kötülüklerin serbestçe işlendiği ve büyük günahların aleni olarak irtikap edildiği bir zamanda, insanları dalâletten hidayete dâvet etmek ve bozuk bir hayattan istikametli bir hayata geçmesine vesile olmak, amellerin en güzeli ve hizmetlerin en sevaplı olanıdır. “Emr-i bil mâruf, nehy-i anilmünker”diye dinimizin bildirdiği, yani iyiliği emredip, kötülükten insanları sakındırmak denilen İslâmî vazife budur.

“Bir şeye sebep olan onu işlemiş gibidir.”kaidesiyle, özellikle hayırlı işlere sebep olanlar, o hayırlar işlendiği sürece aynı sevaba nail olmaları çok kârlı bir kazançtır. Sevgili Peygamberimiz (asm) ve Sahabelerin sürekli derecelerinin artması ve en büyük evliyaların bile külli fazilet noktasında en küçük bir Sahabeye yetişememesi bu sırdan ileri gelmektedir. Bediüzzaman ve ilk safta bulunan Nur Talebelerinin durumu da aynı sırra dahildir. Sonra gelenlerin, önce gelenleri külli fazilet cihetinde geçmesi mümkün değildir. Çünkü, sonra gelenlerin bütün sevapları ve hizmetleri öncekilerin amel defterlerine geçmekte, fakat kendi sevapları da hiç eksilmemektedir. Bu açıdan bakıldığında, şimdi iman ve hidayet hizmetinde bulunanların amel defterlerine, vesile oldukları insanların sevapları da yazılacaktır. Onların sevaplarından da hiç bir noksanlık olmayacaktır.

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları)

Reklam

Yorum Yap