(Dünden devam)
Ancak, iman ve inkâr mücadelesi kıyamete kadar sürecekti. Bu sefer açıktan din düşmanlığı yapmak yerine, plan değiştirip yeni taktiklerle ortaya çıktılar. Dünyanın câzip şeylerini öne sürüp, nefsâni ve şehvanî duygulara hitap eden şeylerle, sefahet ve haram keyifler ve eğlencelerle günahlara dalan insanları, dolaylı yoldan dinden ve imandan uzaklaştırmayı denemeye devam ediyorlar. Maalesef bunda başarılı oldukları da görülüyor.
Bediüzzaman Hazretlerinin “Günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar kalbi katılaştırıyor.” tespiti çok önemli bir gerçekti. Haram keyiflere bulaşmış insanları o bataktan kurtarmanın bir tek çâresi vardı. O da, haram lezzetlerin içindeki elim elemleri gösterip hissini mağlup etmekti. O keyiflerin zehirli bir baldan farksız olduğunu ispatlamaktı. Sadece cehennem azabı ile korkutmanın yeterli olmadığını bilmekti. İşte, Risale-i Nur tefsirleri bu mesleği takip etmiş ve nice insanların haram zevklerden kurtulmasına ve günahlardan kaçarak amel-i salih sahibi olmalarına vesile olmuştu.
Fakat, şer kuvvetleri hiç durmuyor ve karanlık emellerini gerçekleştirmek için her yolu denemekten geri kalmıyordu. Bu sefer, dindar cemaatleri dünyaya alıştırmak ve dünyevileşmek planları devreye sokuldu. Çeşitli kılıflara uydurarak hesabı bilinmeyen paralarla dindar kitleler zenginleştirildi. Âhiret hayatının elmas gibi değerli ebedi lezzetleri bilindiği halde, dünyanın kırılacak cam parçası gibi değersiz fâni lezzetleri ona tercih edildi. Böylece, “Onlar, dünya hayatını, severek âhiret hayatı üzerine tercih ederler.” ayetinin hakikati gözler önüne serildi.
Dünya hayatı, Müslümanlara tatlı geldi. Yaşadıkları dindarlığın içi boşaltıldı ve ruhsuzlaştı. Para bolluğu, sosyete Müslümanlığı diye bir terimin doğmasına sebep oldu. Takva unutuldu, hatta fetvanın da dışına çıkan haller görülmeye başladı. İnandığı gibi yaşayamayan dindarlar, yaşadıkları gibi inanmaya ve yaşantı tarzlarını savunmaya başladılar. Ölüme sebep olmayacak olan basit dünyevi zararlar yüzünden ruhsatlar devreye girdi. Halbuki, dinin verdiği ruhsatlar orada geçmezdi. Bazı dindar kitleler kimlik kaybına uğrayıp, tanınmaz hale geldiler.
Milletin bir parçası olduğumuz için, aynı oyunlar elbette Nur Talebelerine de yansıtılabilir. Çok dikkat edilmesi gereken bir zamanda yaşıyoruz. Kendi iç dünyamıza dönük özel vazifelerimizi tespit eden Bediüzzaman Hazretlerinin şu sözlerini ezber edip yaşamamız gerekiyor: “Risale-i Nur, gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikati-i İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas velâyet ve esas takva ve esas azimet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle ve hâdisâtın fetvalarıyla onlar terk edilmez.” (Kastamonu Lâhikası s. 48)
Velâyet-i kübra, doğrudan doğruya imana hizmettir. İman hizmeti ise, esas takva ve esas azimet denilen bütün günahlara karşı hassasiyet gösterip, düzenli Risale-i Nurları sıra takip ederek okumak, Kur’an ve Cevşen okumalarını sürdürmekle olur. Yoksa, günahlara karşı hassasiyetini kaybeden ve dünyevileşen insanlarla bu kudsi hizmete sahip çıkmak kolay değildir. Ruh-u asliden uzaklaşıp yozlaşan insanlarla iman hizmeti yapmak zorlaşır. Dışarıdan şatafatlı görünen fakat içerisi boşalan bir yapı, dünya ve âhiret noktasından faydalı olamaz. Bunlar, ihmale gelmeyen değerlerimizdir.
asyanur.info samicebeci.net (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile her akşam canlı Risale-i Nur dersleri)
Views: 2