(Dünden devam)

Halk Partisinin altı okundan biri olan lâiklik prensibi, bize ait İslâmi bir terim değildi. Tamamen Batılı devletlerden alınmış ve bize yabancı Hristiyan dünyasına ait bir uygulama idi ve bir mecburiyetten doğmuştu. Zira, Hristiyan âleminde üç yüz sene süren dahili mezhep savaşları yaşanmıştı. İktidarı ele geçiren bir mezhebin mensupları, diğerlerine hayat hakkı tanımıyor ve onlara nefes aldırmıyordu. Papazların güç hâkimiyeti, kralların bile üstünde hükmediyordu. Aforoz müessesesi ve Engizisyon mahkemeleri kurulmuştu. İlim adamlarına da göz açtırılmıyor ve çokları mahkum ediliyordu.

Bu dehşetli durumdan bunalan Batılı devletler, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmaktan, din ve vicdan hürriyeti denilen lâiklikten başka bir çare bulamadılar ve onu tatbikata koydular. Kendilerince en doğru olanı yaptılar.

Cumhuriyet kurulduktan sonra ülkeyi yönetenler, İslâm dini ile Hristiyanlık arasındaki derin temel farklılıkları dikkate almadan ve körü körüne taklitçilik yaparak lâikliği alıp, Batılı devletlerde olduğu gibi değil, Rusya’da olduğu gibi dinsizlik ve din düşmanlığı gibi uyguladılar.

İşte, merhum Menderes ve yerine gelen merhum Demirel, Halk Partisinin bu yanlış lâiklik anlayışını terk edip, tıpkı Batılı devletlerde olduğu gibi uygulamayı tercih edip milleti rahatlattılar. Fakat, Menderes hayatıyla ödeyip, Demirel ise iki defa ihtilalle devrilerek cezalandırıldılar.

Konya nutkunda merhum Menderes lâiklik anlayışını şöyle tarif ediyordu: “Şimdi size lâiklik telâkkimizden bahsetmek istiyorum. Lâiklik, bir taraftan din ile siyasetin birbirinden ayrılması, diğer taraftan vicdan hürriyeti mânâsındadır. Din ile siyasetin birbirinden ayrılması esasında, en küçük tereddüde dahi tahammülümüz yoktur. Vicdan hürriyeti bahsine gelince: Türk milleti Müslümandır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvelâ kendine ve gelecek nesillere dinini telkin etmesi, onun esasını ve kaidelerini öğretmesi ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır. Halbuki, mekteplerde din dersi olmayınca evlâdına kendi dinini telkin etmek ve öğretmek isteyen vatandaşlar bu imkânlardan mahrum edilmiş olurlar. Müslüman çocuğu dinini öğrenmek gibi pek tabii bir haktan mahrum edilmemek icap eder. Böyle mahrumiyet ve imkânsızlık, vicdan hürriyetine uygundur denilemez. Bu itibarla orta mekteplerimize din dersi koymak, yerinde bir tedbir olacaktır.

“Dinsiz bir cemiyetin, bir milletin pâyidar olabileceğine inanmıyoruz. En ileri milletlerin dahi din ile siyaset ve dünya işlerini ayırdıktan sonra, ne derece dinlerine bağlı kaldıklarını biliyoruz. Bu günkü seviye ile asil milletimize taassup isnadı reva görülemez. Milletimizin dinine sımsıkı bağlı olduğu kadar, umumiyetle dini en temiz duygularla benimsemektedir. İslâmlık, milletimizin vicdanında en musaffa seviyesini bulmuştur. Müslümanlığı ve onun esaslarını,, farizalarını ve kaidelerini kifâyetle telkin edip öğretecek öğretmenlerimizin yetiştirilmesine ayrıca gayret sarf edilecektir.” (Emirdağ Lâhikası s. 418)

Bahsi geçen bu tarzdaki lâiklik tarifine ve yapılan izahlara, biz de katılıyor ve Bediüzzaman’ın Adnan Menderes için “İslâm kahramanı” demesinin sırrını daha iyi anlıyoruz. Hepsinin ruhları şad olsun, amin.

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sami Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile her akşam canlı Risale-i Nur dersleri)

Views: 0