Asırlarca âlem-i islâma hilafet merkezliği yapan Müslüman Türkiye’nin, içinde yaşayıp bir çok demokratik hak ve hürriyetlerinden istifade ettiği halde; ülkesini “Dâr-ül harb” sayan bir kısım radikal ve fanatik gruplara ve dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan bir kısım Müslümanlara rastlıyoruz.
Cumhuriyeti ve demokrasiyi tağut rejimi kabul eden ve Müslümanları ona karşı isyana ve kıyama teşvik eden ve sağını solundan fark etmeyen böyle cahiller ve ilimden habersiz söz anlamaz kişiler ve onları karanlık maksatlarına alet etmeye çalışan bazı mihraklar yüzünden ülkemiz karıştırılmaya çalışılıyor.
Demokrasiye geçtiğimiz 1950 yılından bu yana grafiği sürekli yükselen ve bilhassa sür’atle inkişaf eden İslâmî şuurlanmaya sahne olan ülkemizde, dâr-ül harb meselesini ileri sürenler, acaba milletin Cuma ve Bayram namazı kılmasını engelleyip, faizi helâl mi yapmak istiyorlar? Veya bu şuurlanmayı saptırıp, siyasi maksatlara yönlendirmek mi arzu ediyorlar? Tamamen ilmi olan bu meselenin rastgele zeminlerde tartışılması ne kadar doğru olur?
İslâm müçtehidlerince, İslâm ülkelerini diğerlerinden tefrik etmek için kullanılan “Dâr-ül İslâm”, “Dâr-üs sulh”, “Dâr-ül harb” kelimeleri hukukî terimlerdir. Dâr-ül İslâm; ahkâm-ı Kur’an’iyenin ve şear-i İslâmiyenin Müslümanlarca yaşandığı ve Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan topraklar dâr-ül İslâmdır. Müslümanlar buralarda emniyet ve güven içinde yaşarlar ve dînî vazifelerini rahatça yerine getirirler. Dâr-üs sulh; kendileriyle anlaşmalar yoluyla barış sağlanmış ve saldırmazlık paktı imzalanmış Müslüman olmayan ülkelere verilen bir isimdir.
Dâr-ül harb ise; Müslümanlar ile aralarında her hangi bir barış ve anlaşma olmayan ve her zaman savaşılması muhtemel olan gayr-ı müslimlerin hâkimiyeti altında bulunan ülkelerdir. Dâr-ül harb sayılan bir ülkenin, dâr-ül İslâm haline gelmesi için, o ülkede İslâm hükümlerinin icra edilmeye başlanması kâfidir. Müslümanlar o ülkeyi fethederek, Cuma ve Bayram namazı gibi İslâm hükümlerini rahatlıkla icra etmeye başlasalar, o ülke Dâr-ül İslâm’a dönüşmüş olur. Hanefi müçtehidleri bu görüşte müttefiktir.
Şafiî âlimlerince dârül İslâm üç kısımdır: 1- Müslümanların ikamet ettiği ülkeler. 2- Müslümanların fethedip gayr-ı müslim ahalisini vergiye bağlayıp iskan ettiği ülkeler. 3- Önceleri Müslümanların ikamet ettiği, fakat daha sonra gayr-ı müslimlerin istila ve hâkimiyetleri altına aldıkları ülkeler.
Son görüşe göre bir ülke bir kere dâr-ül İslâm olduktan sonra, o vasfını muhafaza eder, kesinlikle dâr-ül harb veya dâr-ı küfür sayılmaz. Buna göre, dört yüz sene İslâm hâkimiyeti altında kalan şimdiki Balkan üleleri dahi dâr-ül harb veya dâr-ül küfür olarak kabul edilemez. Bu noktaya dikkat etmek lazımdır. Türkiye’nin durumunu ise bir sonraki makaleye bırakalım.
asyanur.info samicebeci.net (YouTube-Sami Cebeci videoları)