İnsan yaratılışı itibariyle cemalperest ve güzelliğe âşıktır. Her şeyin en iyisini ve en güzelini sever ve ister. Bu halet-i ruhiyeye binaen dünya hayatında neye sahip olsa onunla yetinmez, daha iyisini daha mükemmelini arar durur. Güzel bir ev alsa, bir zaman sonra daha büyüğünü ister. Hatta etrafı çevrili, her tarafı gül ve sair çiçeklerle süslü, havuz ve şadırvanları içinde bulunduran müstakil villa ve konakları arzu eder.
Aslında onun aradığı cennettir. Zira bu dünya hayatında elde ettiği şeyler ne kadar güzel ve mükemmel olursa olsun fânidir, gelip geçicidir. Kendisinin ve elde ettiği şeylerin fâniliği, o insanı derinden derine yaralar, elem ve hüzünlere boğar. İnsan ruhunun asıl istediği, sevdikleriyle birlikte içinde ebediyen kalacağı, hastalık ve ihtiyarlığın olmadığı, elem ve kedere sebep olacak hiçbir şeyin bulunmadığı ebedi saadet ülkesi olan daimi cennetlerdir.
“Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”kaidesine binaen, Cenab-ı Hak mümin ve itaatkâr kulları için cennet âlemlerini hazırlamış ve sonsuz cennet nimetlerine kullarını davet etmiştir. Bu dünya hayatında ihsan ettiği yenilen ve içilen nimetler, cennette hazırlanmış daimi nimetlerin numune ve örnekleridir. O numunelerin asılları ise cennettedir. Hadis-i şeriflerin beyanına göre onların ötesinde “Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de insanın kalp ve hayalinden geçmemiş nimetler de hazır edilmiştir.” Bütün bunlar iman eden ve salih amel işleyen mümin kullar içindir.
Kur’an-ı Kerimin muhtelif sure ve ayetlerinde bu nimetlerden bol miktarda bahsedilmiş ve müminler orayı kazanmak için teşvik edilmiştir. Vakıa Suresinin 11. ayetinden 38. ayetine kadar bundan haber verilir: “İşte onlar, Allah’ın rızasına yaklaşmış olanlardır. Nimetlerle dolu cennetlerdedirler. Onların bir çoğu evvelkilerdendir. Birazı da sonrakilerdendir. Onlar, mücevherlerle işlenmiş koltuklardadırlar. O koltuklarda karşılıklı kurulurlar. Pınarlardan fışkıran şaraplarla dolu testiler, ibrikler ve kadehlerle, etraflarında ebediyen yaşlanmayacak çocuklar dolaşır. O şaraptan ne başları ağrır, ne de sarhoş olurlar. Beğendikleri meyveler ve canlarının çektiği kuş etleriyle o çocuklar etrafında dolaşırlar. Orada, sedefinde saklı inciler gibi, iri gözlü hûriler vardır. Bütün bunlar, onların yaptıklarına mükâfattır. Orada ne bir boş söz işitirler, ne de günaha sokacak bir şey. İşittikleri söz, selamdır, selâmettir. Defteri sağından verilen Ashab-ı Yemine gelince, ne mutlu Ashab-ı Yemine! Onlar dikensiz meyve ağaçlarının altındadırlar. Salkım salkım muzlarla dolu ağaçların altındadırlar. Daimi gölgededirler. Çağlayıp duran su başlarındadırlar. Ardı arkası kesilmeyen ve kendilerinden esirgenmeyen meyveler arasındadırlar. Yükseltilmiş döşekler üzerindedirler. Dünya kadınlarını Ashab-ı Yemin için Biz orada yeni bir yaratılışla yaratmış ve kocalarına düşkün, yaşıt bâkireler yapmışızdır.”
Bunlar gibi daha nice Kur’an ayetlerinde cennetteki nimetlerden bahsedilir. Billûr gibi sulardan, baldan ve sütten nehirlerin bulunduğu bildirilir. İnce ve kalın yeşil ipekten yapılmış ve gümüşten zinetlerle süslenmiş elbiseler giyen cennet ehlinin, atlastan yapılmış yatak ve yastıklara yaslanıp, karşılıklı koltuklara kurulup sohbet edecekleri ve dünya maceralarını birbirlerine anlatarak zevk alacaklarından söz edilir. Bunlar asla bir efsane ve hikâye değil, Allah’ın mümin kullarına bir sözüdür.
www.asyanur.info