Mahlukatın içinde en şerefli varlık olarak yaratılan insan bedeni içinde iskan edilen ruha, hayatını devam ettirebilmesi için akıl, gazap ve şehvet denilen üç kuvve verilmiştir.
Yaratılıştan fıtri bir had ve sınır konulmayan bu kuvveler, insan için sınırsız bir cinayet ve günah işleme özelliğine sahiptir. Ancak insanı bu hususiyetle yaratan Cenab-ı Hak, semavi fermanlarındaki emir ve yasaklarla o duygulara sınır koymuş ve haddini aşmayı men etmiştir. Allah’ın kelam sıfatından gelen ve vahiy mahsulü olan semavi kitaplardaki şeriat kanunları, insanları helal hudutları içinde tutmak ve haramlardan alıkoyarak terbiye etmek içindir. Böylece, hem ferdin iç âlemindeki huzuru hem de toplum hayatının âhenk ve denge temin edilmiş olur.
Semavi dinlerin gönderilmiş olması ve insanlığa rehber olarak peygamberlerin tayin edilmesi bu maksada dönük olduğu halde, insanların ekserisi bu gerçeğe sırt dönmekte ve dünya hayatını hem kendileri hem de toplum için manevi bir cehenneme çevirmektedirler. İşte, terbiye ve eğitimin bir gereği olarak Cenab-ı Hak, bütün semavi kitaplarında emir ve yasaklarına itaat edenlere Cennet gibi ebedi bir mükâfat ve Cehennem gibi ebedi bir ceza mahalli hazırladığını haber vermektedir. Onun için insanlığın genelinde ve özellikle semavi dinlere mensup olanlarında Cennet ve Cehennem fikri ortak bir kanaat ve inanç olarak kendini göstermektedir.
Cennet ve Cehennem inancına sahip olanlar gereğini yaparak âhiret âlemlerine hazırlıklı gidip mükâfatlara mazhar olurken, inanmayanlar da hiç bir hazırlık yapmayarak ebedi cezaya müstehak olurlar. Gerçek olan budur ve isteyen istediği yolu seçebilir. İnanmak ya da inanmamak bu kesin sonucu değiştirmez.
www.asyanur.info