Bütün peygamberlerin en sonuncusu ve en büyüğü olan Hazret-i Muhammed (asm), her konuda olduğu gibi, şefkat noktasında da erişilmez bir mertebedeydi.
İnsanları hakka, hakikate, imana ve hidayete davet ederken, düşmanlarının yaptıkları eziyet karşısında “Ey Rabbim! Sen bu insanlara hidayet nasip eyle. Çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.”diyerek onlara dua ediyordu. Azatlı kölesi Hazret-i Zeyd (r.a.) ile Taif’e gittiklerinde, ileri gelenler onları çocuklara taşlattılar. Zorlukla ellerinden kurtulup bir bağa sığındıkları zaman, Hazret-i Cebrail (as) Allah Resulüne (asm) göründü ve “Ya Resülullah! Allah, sana şu dağlar meleğini gönderdi. Eğer istersen, o melek şu iki dağı bu âsi kavmin üzerine yıkıp helâk edecek.” O dedi: “Ben, âlemlere rahmet olsun diye gönderilmiş bir peygamberim. Onlara beddua edemem.” Arkasından mübarek ellerini açtı ve “Ey Rabbim! Sen kavmimi bağışla. Onların neslinden İslâm dinine sahip çıkacak bahadır insanlar yetiştir.”diye dua etti. O, çok affedici, çok bağışlayıcı ve çok şefkatli bir peygamberdi. İslâm dinini tebliğ ederken kendisine eziyet edenlere “Siz var gücünüzle kelebekler gibi kendinizi ateşe atmaya çalışıyorsunuz. Ben ise, eteğinizden tutup sizi ateşten kurtarmaya çalışıyorum. Fakat siz beni reddediyorsunuz.”diye kendi durumunu tasvir ediyordu.
Bütün geçmiş mücedditler ve kutuplar gibi, son çağın sahibi ve müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de öyle değil miydi? O, “Cemiyetin iman selâmeti yolunda bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’an yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Eğer, milletimin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistan olur.”demiyor muydu?
Büyük insanların hâli hep böyleydi. Şefkat ve acıma hissi onlarda en zirve noktadaydı. Başkaları için kendini feda etmek, bizim gibi insanların anlayabileceği bir hâl değildi. Buna misal olarak Hazret-i Ebu Bekir (r.a.) “Ey Rabbim! Cehennemde benim vücudumu öyle büyüt ki, ehl-i imana yer kalmasın.”demişti.
Aynı dinin mensupları olan bizler de, aynı şefkat ve merhamet duygularıyla topluma yaklaşıp, kılık kıyafet, hayat anlayışı, hatta siyasi düşüncesi ne olursa olsun, bir kişinin hidayetine vesile olmayı, dünya ile değişilmeyecek bir hazine bilmeliyiz. Çünkü her kes kabre girecek ve her kesin soruları aynı olacak. İnsanların imanla kabre girmesine vesile olmayı dünya saltanatından daha değerli bir hizmet kabul etmeliyiz. Doğrusu da odur.
Bunun için de, iman hakikatlerinin kaynağı olan Nur Risalelerini, kitap takip ederek her gün düzenli olarak okumalı ve aldığımız feyiz ve ilmi, toplum fertleriyle paylaşmalıyız. Cenab-ı Hak, bu iman hizmetindeki şevk ve gayretimizi arttırsın ve ebediyen rızasına nail etsin, inşaallah.
asyanur.info