(Dünden devam)

Osman Bayraktar Ağabeyle hemen her yaz mevsiminde birlikte olmuştuk. Çok alçak gönüllü bir insandı. Kendisine Çoban Osman diyordu. Aslında o çobanlık tanımı altında ileri görüşlü ve feraset ehli bir karakter vardı. Âdeta bir çoban yıldızı gibiydi. Ülke meseleleri hakkında konuştuğu zaman, çarıklı bir erkân-ı harp olduğu hemen anlaşılıyordu.

Bediüzzaman Hazretlerini çok seviyordu. Risale-i Nur eserleri okunduğu zaman can kulağı ile dinler ve çok rahat anlardı. Çok çalışkan bir kişiliği vardı. Hiç boş durmazdı. Kendi işlerinin yanında tesislerin de işini yapar ya da yaptırırdı. Çalışmadığı zamanlar elinde tespih devamlı Kelime-i Tevhid ve diğer mübarek kelimeleri zikrederdi. Hayır ve hasenat ehliydi. Çocuklarını ihmal etmeden bir diğer binasını da Kur’an kursu için bağışlamıştı. Onun teşvikleriyle Çaycuma ve Kilimli ilçelerinde iki hizmet binasının alınmasını temin etmişti. Kendisi kalpten hayır yaptığı için, Allah sözlerine tesir veriyordu.

Osman Ağabey iyice yaşlanmıştı. Yorgun bedeni artık onu taşıyamıyordu. Yaşı yetmiş yedi olmuştu. Hasta olarak Ankara’ya geldiğinde onu hemen hastahaneye yerleştirdik. Ömrü boyunca çok yük taşımaktan kalbi büyümüş ve kalp kasları özelliğini kaybetmişti. Görüştüğümüz doktorlar  “Bizim yapacak bir şeyimiz kalmadı. Sadece onu rahatlatmaya çalışıyoruz.” diyorlardı.

Otuz dokuz gün boyunca, sosyal tesislerimizde program yapan ve onu seven  gençler gece gündüz başında  nöbet tuttular. Osman Ağabey vaktinin yaklaştığını bildiğinden, önceden kabrini hazırlamış ve etrafına sekiz adet çam fidesini kendi elleriyle dikmişti. Ara sıra kabrine girer, üstüne saçtan kapağı çeker ve “Ey Osman! Bir gün işte buraya gireceksin. Ona göre kendini hazırla!” diyerek nefsini terbiye edermiş.

Son ziyaretimiz bir Cuma günü idi. Ona dedim: “Osman Ağabey! Allah gecinden versin ama şayet bir gün emr-i Hak vaki olursa, bizden Sevgili Peygamberimize (asm), Sahabe-i Kirama, Bediüzzaman ve Nur Talebelerine selâm götür. Ben de sana her gece arkandan Kur’an okuyup bağışlayacağım.” Dedi ki: “Söz mü Sami kardeş?” dedim: “Söz Osman Ağabey!” “Öyleyse bana Allah’a ısmarladık.” dedi.  Ben de “İnşaallah verdiğim sözü yerine getireceğim.” dedim. Ambülans ile memleketine uğurladık. Yanında refakatçi olarak oğlu vardı.

Bu hadiseden iki gün sonra vefat haberi geldi. Çeşitli il ve ilçelerden gelen kalabalık bir cemaatle cenaze namazını kıldık. Kabri başında  ölümün mahiyetini izah eden Yirminci Mektuptan bir ders okuduk. Herkes dünya âleminden bâki âleme yapılan bu uğurlamayı gıpta ile izliyordu. Osman Ağabey inşaallah âhiretini kazananlardan oldu.

Bahsi geçen bu hadiseden beş sene sonra tekrar sosyal tesislere bir program için geldiğimde bir hayli düzenlemeler yapıldığını gördüm. Osman Ağabeyin hayatta iken diktiği çam fideleri kocaman birer ağaç olmuşlardı. Gelen gençler  Osman Ağabeyi ziyaret ediyor, program bittiğinde  yine Fatihalar okuyarak onunla vedâlaşıyorladı.

Diğer tarafta Kur’an kursu da çalışıyordu. Bu günleri görmüş ve sadaka-i cariye olarak daimi bir sevap hazinesi bırakmıştı. Bahtiyar olmak isteyen ona benzemeli. Kabri pür nur, mekânı cennet olsun. Şimdi o, çam ağaçlarının gölgesinde sakin bir tarzda yeniden diriliş sabahını bekliyor. Ona ne mutlu! Ruhuna binler Fatihalar..

asyanur.info  samicebeci.net  (YouTube-Sani Cebeci videoları) (YouTube-Sami Cebeci ile her akşam canlı Risale-i Nur dersleri)

Views: 0