Dağların zirvesinden yuvarlanan bir kar topunun sür’atle çığa dönüşmesi gibi, Barla nahiyesinde sürgünde bulunan bir Bediüzzaman Said Nursî ile başlayan Risale-i Nur hareketi, zamanla gelişip büyüyerek çığ gibi olmuş, dünyanın bütün kıt’alarından ses getirir olmuştu. İşte, Avustralya o kıt’alardan biriydi.
1968 yılından başlayarak o kıt’aya giden işçi kardeşlerimiz, kendi dillerini, dinlerini, milli ve manevi değerlerini unutmamak ve yabancı bir kültürün içinde kaybolmamak için bütün güçleriyle çalışmış, bunda da büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Onların içinde farklı bir yere sahip olan Nur Talebeleri, aksiyoner bir cevvaliyet içinde hizmetlerine devam ediyorlar. Dünyanın her tarafında olduğu gibi…
Avustralya Nur Vakfının dâvetlisi olarak Ahmet Genç Ağabeyle İstanbul’dan Türk Hava Yolları ile havalandığımız zaman, saat akşam yirmi biri gösteriyordu ve önümüzde uzun bir yolculuğumuz vardı. Ekrandan uçağın istikameti ve bulunduğu yer gösteriliyordu. Nihayet Türkiye hudutlarını terk eden uçağımız, İran, Pakistan, Hindistan üzerinden ortalama 950 km. sür’atle uçarak Bankok’a ulaştı. Sabah namazını uçakta kıldık. Bir saatlik bekleyiş ve yolcu alımından sonra, iki saatlik bir uçuşla Singapur’a indik. Oraya kadar toplam on buçuk saat uçmuşuz. Singapur ile Türkiye arasında beş saatlik bir zaman farkı vardı.
Singapur Hava Yolları terminali modernlik, büyüklük ve yolcu kapasitesi bakımından dünyanın ikinci büyük terminaliymiş. Hayranlıkla izledik. Ahmet Genç Ağabey, oradan satın aldığı bir video kamerasıyla her tarafının çekimini yapıyordu. Altı saat süren bir bekleyişten sonra, British Airways uçağına aktarma yapıldı. Pasifik Okyanusu üzerinde üç saat, Avustralya kıt’ası üzerinde dört saat süren bir uçuştan sonra, Brisbane denilen şehrin hava alanına indik. Burası ilk konaklama yerimiz. Brisbane, kıt’anın turistik özelliğe sahip en güzel şehirlerinden birisiymiş.
Salı sabahı geldiğimiz hava alanında, üç yüz elli kişi içinden, sadece Türkiye pasaportuna sahip olan Ahmet Ağabeyle ikimizin alıkonması ve bir saat boyunca şüpheli şahıslar gibi sorguya çekilmemiz, beni gerçekten çok incitti. Tercüman aracılığıyla anlaşmaya çalıştığımız bayan memure, bizi dışarıda karşılamaya gelen Halil Bozkaya kardeşi anons etmeye gidince, bu rahatsızlığımı tercüman arkadaşa söyledim. Edindiğim bilgiye göre, maalesef Türklere karşı müspet bir imaj yokmuş. Bir çok olumsuz işlere Türk vatandaşlarımızın adının karışması, bu imajın oluşmasına sebep olmuş.
Merak ediyorum, acaba Türk Dış İşleri Bakanlığı ve onu yurt dışında temsil eden elçilik personeli ne ile meşguller? Aldıkları binlerce doların hakkını niçin vermiyorlar? Neden Türkiye’yi tanıtmak ve Türklere karşı meydana gelen olumsuz imajı düzeltmek için ciddi bir gayretin ve aktif bir faaliyetin içine girmiyorlar? Milletin verdiği vergilerden aldıkları maaşın hakkını helal ettirmek için neden çalışmıyorlar? Vatandaşlarına yeterli derecede hizmet etmemenin ötesinde, resmi ideolojinin temsilcisi duruşuyla, neden kendi vatandaşlarına tepeden bakan kibirli davranışların içine giriyorlar? Ben bu soruların cevabını bulabilmiş değilim.
Her neyse..Nihayet Halil Bozkaya kardeşimizle buluşup sarmaş dolaş olduk. Bir miktar istirahatten sonra, öğle namazını müteakip üç saatlik bir gezi, Brisbane şehrinin ne kadar güzel tanzim edildiğini ve şehircilik anlayışı ile düzenlendiğini görmemize kâfi gelmişti. Bir buçuk milyon nüfusa sahip olan şehirde, Müslümanlara ait sekiz adet cami bulunuyor. Gittiğimiz Salı günü akşamı, Dar-ül Ulum Camisinde bir sohbetimiz oldu. Çarşamba akşamı ise, Gold Cost şehrinde, mastır öğrencisi Mustafa kardeşin evinde, Hakan ve emsali arkadaşların da katıldığı bir ders yaptık. Su gibi akıp giden saatlerin ardından tekrar Brisbane şehrine döndük.
Perşembe günü Halil kardeş bizi Gravat tepesine götürdü. Şehrin her tarafına hâkim ve tam orta yerde bulunan bu tepeden, Brisbane şehri bütün güzelliğiyle bir kartpostal gibi görünüyordu. Yemyeşil ve bol miktardaki ağaçlar şehre bir orman görüntüsü veriyordu. Yüksek binalar sadece şehir merkezindeydi. Onun dışında hemen hemen bütün evler villa tipinde yapılmış. Her taraf çimenlerle çevrili. Bir karış toprak olsa hemen oraya çimen ekiyorlar. İnsanlar yaşadıkları şehri yalancı bir cennete çevirmişler.
Aynı gün Sunshincost (Sanşaynkost) şehrine gittik. Güneş ışıklarının bol olduğu sahiller anlamına geliyormuş. Gerçekten Pasifik Okyanusunun sahilindeki bu şehir tam bir turizm merkezi. Su Altı dünyası dedikleri dev akvaryumu ziyaret edip tekrar şehre dönüp, akşam İsmet beyin evinde sohbete katıldık. Risale-i Nurlar dünyanın öbür ucu olan Avustralya kıt’asında bile okunuyor ve nice insanların imanlarının kurtulmasına vesile oluyordu. Kalabalık cemaatle vedalaşıp ayrıldık. Üç günümüz böyle geçti.
(Not: 1998 yılının Nisan ayı başında gerçekleşen Avustralya seyahat notlarını, gelecek kuşaklara bir hatıra olması için elektronik ortama aktarmayı bir vazife telâkki ettim. Umarım Nur hizmetleri açısından şevk ve gayrete vesile olur.)
asyanur.info samicebeci.net (YouTube-Sami Cebeci videoları)