NOSTALJİ YAZILARI- 3
Bir Cuma günü Antalya, Alanya ve Isparta’daki dâvâ arkadaşlarımızı ziyaret maksadıyla yollara düştük. Üç saatlik bir yolculuk sonrası ilk mola yerimiz olan firmanın Afyon dinlenme tesislerine ulaştık.
İki defa ziyaret için dâvet üzerine gittiğim Almaya otobanlarının dinlenme tesislerinde gördüğüm temizlik ve intizamdan dolayı, çok hayıflandım ki, bu manzara ancak Müslümanlara yakışır. Keşke bu güzelliklere biz de mazhar olabilsek diye çok düşünmüşümdür. Sanki güzel ahlâklarımız bizde rağbet görmediği için darılıp yabancılara gitmiş. Onların fenalıkları da, onlarda fazla rağbet görmediği için bizim tarafa gelmiş.
Fakat, mola verdiğimiz tesisler göğsümü kabarttı. Fevkalâde dizayn edilmiş görüntüsü, tertemiz abdest alma yerleri, hanımlar ve erkekler için yapılmış iki ayrı mescidi, alış veriş merkezi ve diğer üniteleriyle, gerçekten modern ve Müslümana yakışır örnek bir müesseseydi. Bu tablonun gittikçe arttığının görülmesi, ülkemiz için yüz ağartıcı neticeler ve gelişmelerdir.
İkindi namazını kılıp tekrar yola koyulduk. Başka mola verilmeyeceği söylendiği için, akşam namazı telaşına kapıldım. Çünkü, yolculuğun sekiz saaten aşağı olmayacağını söylemişlerdi. Fakat, namazın bereketi olmalı ki, yedi saatte Antalya’ya ulaştık. Böylece, kazaya kalmadan akşam namazımızı da eda ettik. Allah’a sonsuz şükürler olsun.
Kadim dostumuz Nejat Hoca, o saatte bizi beklemediği için biraz oyalanmış. Geldiğimizi öğrenince şaşırmış. Şaşkınlığını, garaja yakın bir camide beni bulunca bizzat kendisi söyledi. Ben de, hizmetin ve namazın böyle kolaylıklara vesile olduğunu ve bir çok arkadaşımızın bunlara şahit olduğunu söyledim. Hasretle kucaklaştığımız Nejat ve Ramazan kardeşlerimle, sonra telâfi ederiz diyerek çorba bile içemeden sohbet mahalline gittik. Çünkü, o daha önemliydi.
Yedinci kat semaya çıkar gibi dik merdivenlerden son kata çıktık. Yıllar öncesinden tanıdığım Musa Ağabey, İktidat Risalesinden ders yapıyordu. Çay arasından sonra başlayan ikinci bölümde sohbet koyulaşınca, saatlerin su gibi akıp gittiğinin farkına varamadık. Sabaha yakın üç buçuk olmuştu. Hani bir söz vardır: “Dostlar arasında fincan kadar bir yer meydan kadar geniştir. Düşmanlar arasında meydan gibi geniş bir yer, iğne deliği kadar ruha dar gelir.” Dostlar arasında âdeta zaman ve mekân mefhumları ortadan kalkıyor.
Burada çok sorulan önemli bir konuya temas etmek istiyorum. Musa Ağabey uzun yıllar bu hizmetin içinde bulunduğu için, yüreği yanmış olmalı ki, “Yetişen kadrolarımızı niçin muhafaza edemiyoruz? Yazılarına alıştığımız ve takdir ettiğimiz nice kabiliyetler bir müddet sonra niçin kayboluyorlar?”diye sordu. Ben de aklım erdiği ve dilim döndüğü kadar cevap vermeye çalıştım: Şefkat Tokatları risalesinde Hafız Tevfik Ağabeyle ilgili bir bahis var. Bediüzzaman, tevafuklu Kur’an yazılırken, yazıyla ilgili bir tedbiri Tevfik Ağabeye söyleyince “Bu iş bana aittir. Ben bunu biliyorum. Ders alamaya ihtiyacım yoktur.”gibi mağrurâne sözler söyler. Bu hatasına göre, hiç hatıra gelmeyen bir tokat yer. En az Arabî hattı olan bir kardeşinin yazısına yetişemez. Hepsi hayrette kalırlar.
Bu hizmetin temel noktaları ihlâs, sadâkat, tevazu, mahviyet ve terk-i enâniyete dayanır. Bunlar muhalefeti kaldırmaz. Başka işe benzemez. Biraz eli kalem tutan, âleme nizam vermeye başladığını sanmaya başlayıp, söz dinlemez hale gelince, hiç umulmadık bir yerden yediği tokatla soluğu başka bir yerde alır. Fakat, hatalar başa, sevaplar, iyilikler cemaate taksim edilir, kaidesiyle kabak başkasının başında patlar. Suç sadece onda zannedilir. Bu hizmet inayet altındadır. Ben olmazsam bu hizmet yürümez diye düşünmek doğru değildir. Herkesin imtihanı ayrıdır. Eli kalem tutanları bekleyen tehlike de, bahsi geçen düşüncelerin içindedir. Cenab-ı Hak, hepimizi muhafaza etsin.
Akşam yemeğini sabah dörtte yedik ve biraz istirahatten sonra, Nejat Hocanın arabasıyla Alanya istikametine hareket ettik.
asyanur.info samicebeci.net (YouTube-Sami Cebeci videoları)