Varlıklar âlemi içinde farklı bir yere sahip olan insanı, diğer canlılardan ayıran ve üstün kılan şey akıl nimetidir.
Aklın insanoğluna ihsan edilmesinin en birinci maksadı, Kâinatın Yaratıcısını ve Sahibini tanımak, Ona iman ile ibadet etmektir. Kur’an-ı Kerimde “Niçin akıl etmiyorsunuz? Niçin tefekkür etmiyorsunuz? Niçin düşünmüyorsunuz? Neden incelemiyorsunuz?”gibi ayetlerle insan aklıyla istişareye davet edilmiştir. Akıl baliğ olmayan veya akıl nimetinden yoksun olan insanlar, dinin sorumluluklarından da muaf tutulmuşlardır. Onlar, yaptıkları işlerden dolayı âhirette hesaba çekilmeyeceklerdir.
Akıl en büyük nimetler sırasında olduğu halde tek başına bir anlam ifade etmez. Aklı tamamlayan ve gerçeği görmesini sağlayan, iman ile hayat bulmuş kalptir. Öyle bir kalpten medet almayan bir akıl, hakikate ulaşamaz ve Kâinatın Sahibini bulamaz. Bir sürü ünvanlara sahip olan nice akıllı bilinen insanların, Allah’ı inkâr etmesi ve İslâm’a sırt dönmesi bu hakikate bir delildir. “Aklın nuru medeniyet fenleridir. Vicdanın ziyası din ilimleridir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder.”diyen ve ikisi ayrı okutulduğunda birinden taassup, diğerinden hile ve şüphe doğacağını söyleyen Bediüzzaman bu gerçeği nazara vermektedir. Aklın parlak fikirleri, kalbin idrak merkezinden gelen nurlarla aydınlanmadığı zaman, aklın sahip olduğu bilgiler kuru bir malumat yığınından öteye gidemez. O bilgilerle Kâinatın Yaratıcısı bulunamaz ve iman nimetine kavuşulamaz. Onun için akıl ve kalbin birlikte hareket etmesi ve yaratılış gayesine birlikte yürümesi gerekmektedir. İman ile zinetlenen ve birlikte çalışan akıl ve kalp, Allah’a ibadetle mukabele eder. İbadetler ise, insanın akıl ve kalbini bir disiplin altına alır. Nefisten gelen istek ve hevesler, fena olan arzu ve talepler dizginlenir. Nefsin zararlı istekleri zamanla terbiye olur, safileşir ve temizlenir. Akıl ve kalbin ittifakı ve ibadetlerin de takviyesiyle nefis, insanın ulvi isteklerine hizmet eden bir hizmetkâr olur. O insan manen nefsine biner ve hedefine gider. İnsan-ı kâmil dediğimiz mükemmel insan modeli ortaya çıkar.
İnsanlık tarihinde cahiliye dönemini kapatarak, Asr-ı Saadeti gerçekleştiren Sevgili Peygamberimiz (asm) başta olarak bütün enbiyalar, evliyalar, imamlar, müçtehitler ve onların arkasından gidenlerin tamamı kâmil insanları oluşturuyordu.
Yaşadığı zamanda bir Asr-ı Saadet Müslümanı özelliğini taşıyan ve yazdığı eserlerle kâmil insanlar yetiştiren Bediüzzaman’ın eserlerine, bütün dünya insanlığının ne kadar ihtiyacı olduğu açık bir gerçektir. Akıl, kalp ve ıslah edilmiş nefis birlikteliğiyle eğitilmiş bir toplum hem dünya hem de âhiretin saadetine vesile olacaktır, inşaallah.
asyanur.info